Message
Peygamberefendimizin bir sözü; “Öldüğünüzde uykunuzdan uyanırsınız!”
Geceleri çeşit çeşit rüyalar görürüz. Sabah kalktığımızda ise bunların birçoğunu hatırlamaz, hatırladıklarımızı da anlatmaya kalksak çok kısa sürdüğünü farkederiz. Bir rivayete göre, ruhumuz “Berzah Alemi” denen boyuta geçmekte ve oradakiler ile vakit geçirmektedir. Uyanma vakti geldiğinde Allahu Teala ruhumuzu geri gönderir, kimininkini de GERİ bırakmaz!
Yine, Hz.Muhammed (SAV) efendimizin bizlere aktardığı; “Uyandığınızda (öldüğünüzde) ben dünyada ne kadar kısa kaldım.” Aynı bir RÜYA gibi! Bu dünyadaki hayatınız size bir rüya gibi gelecek.
Şuana kadar bu dünya hayatında yaşadığınız seneleri bir düşünün. Yirmili yaşlar, otuzlu yaşlar, kırklı yaşlar,... Kaç yaşında olursanız olun, geçip giden yılları bir düşünün. Ne kadarı aklınızda kaldı? Sorsalar ve anlatmaya kalksanız topu topu ne kadar sürer? Beyninizde bu fani dünyanın bıraktığı anılar ne kadar?
Çok zor günleriniz de olmuştur, çok mutlu günleriniz de. Şimdi geriye dönüp baktığınızda aslında o kadar kızmak veya o kadar üzülmekte gerek yokmuş. Yada o an çok mutlu olmuştum, dünyalar benim olmuştu dediğiniz bir an??? Hepsi geçip gitti! Yaşandı ve bitti! Bir rüya gibi!
“What is Matrix?” gibi bir benzetme yapsak belki de yerinde olur.. Tabi filmi seyretmeyenler bu deyime yabancı kalacaklar, yani demek istediğim; bu maddi bedenler, eşyalar, dünya gerçekten var mı? Yoksa beynimizin bir hayal ürünü mü?
Aslında bizler için cevabın çok da önemi yok. Önemli olan şunu idrak edebilmeliyiz; “Bizler aynı bir katarakt hastası gibiyiz. Önümüzde bir perde var. Ve kaldırılmayı bekliyor.”
Tasavvuf ehli insanların yapmaya çalıştıkları budur. Bu perdeyi kaldırabilmek. O yüzden “Ölmeden önce ölünüz!” derler ki geç olmasın.
Ya geç olursa, geç kalırsak, ya hiç başaramazsak,... Korkular, korkular.
“Eğer yeryüzündeki ağaçlar hep kalem olsa, deniz de mürekkep, arkasından da yedi deniz (mürekkep olup kendisine katılsa) Allah'ın sözleri tükenmez. Gerçekten Allah, çok güçlüdür, hikmet sahibidir.” (31.Lokman : 27.Ayet)
Yani demek istiyor ki, bu iş bir okyanusa dalıp keşfetmeye benzer, dolaş dolaş yine de bitmez.
“Karınca uzun bir yola çıkacakmış gibi hazırlık yapıyormuş. Bunu görenler, hayırdır nereye deyince, karınca -hac yolculuğuna çıkıyorum demiş. Senin ömrün yetmez demişler. Karınca şöyle cevap vermiş; olsun hiç değilse hac yolunda ölürüm.”
Bizler de karınca gibi, hayat felsefemizi bu doğrultuda belirlemeliyiz.
Geç kalmak demek, maddi dünya perdesinin hiç kalkmayacağı demek değil. Her insan gibi biz de ölümü tattığımızda zaten o perde ister istemez kalkıyor. Peki, ne değişiyor? Yani ha bu dünyada iken kalkmış ha öteki.
Herkesin kendine göre bir yetişme tarzı ve alıştığı bir ortam vardır. Şehrin göbeğinde her türlü konfor elinin altında olan birini tutup Afrika’nın ortasında balta girmemiş bir ormana TEK başına bırakırsanız yada tam tersi Afrika’da kendi kabilesinin insanları dışında hiç kimse ile etkileşime geçmemiş bir yerliyi tutup şehrin merkezine bıraksanız.
Bir de bunların daha uç bir örneğini düşünün, bilebildiğiniz, algılayabildiğiniz dünyanın ötesinde bir ortam. Hazırlıksız bir anda paraşütle sizi atıyorlar. Sanırım Afrika’nın medeniyet ile tanışmamış kabilesindeki vatandaş daha kolay adapte olur. Öyle mi acaba? Ya onun da değer yargılarına, ŞARTLANMALARINA ters bir ortamsa. Kim bilir?
Ülkemiz deprem kuşağında ve bir sürü de deprem tecrübemiz oldu. Allah(C.C) hayatını kaybeden vatandaşlarımıza rahmet, geride kalanlar sabır ihsan eylesin. Yaşadığımız bu deprem felaketlerinden sonra bir sürü tedbirler alınmaya başlandı (iş işten geçtikten sonra!). Bunlardan biri de deprem çantası idi. Ne işe yarıyordu bu deprem çantası? Olası bir felaket anında, olurda göçük altında kalır ve hala hayatta iseniz ve öyle bir ortamda, öyle bir psikoloji de hazırlamış olduğunuz bu çantaya ulaşabilirseniz, sizi göçük altından çıkaracakları vakte kadar ihtiyacınız olan malzemeleri barındırır.
Adamın biri vefat etmiş ve kilisede cenaze töreni düzenlenmekte imiş. Onların adeti üzere ölen kişi bir tabutun içinde ve tabutun da kapağı açık bir şekilde kiliseye ayin esnasında konur. Cenazeye gelenlerden birinin gözüne bir tuhaflık takılmış. Tabutun içinde para, rakı şişesi ve sopa. Defin işlemi gerçekleşmiş ve sonrasında taziye evine geçilmiş. Bizim vatandaşın ise kafası hala o görüntüde. En sonunda dayanamış cenaze sahiplerinden birine çekine çekine sormuş. O tabutun içindekiler neydi, niye kondu diye? Verilen cevap şöyle; “Bizde adettir. Ölenin tabutuna bunlar konur ve bunlar ile birlikte gömülür. Ölen kişi cennetin kapısına gittiğinde, kapıdan içeriye girebilmek için oradaki görevlilere önce para teklif eder, baktı olmuyor rakı içirip sarhoş etmeye çalışır, baktı o da olmuyor sopayı kaptığı gibi adamların üzerine!”
Siz siz olun, kefeniniz hariç vuslata ereceğiniz o gün için ne bir çanta hazırlayın, ne de böyle acayip şeyler.
Demek istediğim şudur ki; alıştığınız bu maddi ortamdan çoook farklı bir ortama geçiş yapacaksınız. Hazırlıklı olun!
Barış Muçe