Message
Nefs için iki hal mevcuttur, bir üçüncüsü yoktur: Afiyet ve bela hali.
Onda bela halinde; umutsuzluk, şikayet, öfke, itiraz, ve Hakk Azze ve Celle’ye suç isnadı mevcuttur. Sabretmek, rıza göstermek veya muvafakat etmek yoktur. Aksine su-i edep, Hakk’a ortak koşmak, sebeplere yapışmak ve küfür vardır.
Afiyet halinde ise, açgözlülük, nimeti hafif görme, şehvet ve hazlara tabi olma mevcuttur. Şehvetine her teslim olduğunda o diğerini talep eder. Yanında bulunan yiyecek, içecek ve giyecekleri, zevcesini, oturduğu yeri ve binek hayvanını beğenmez. Bu nimetlerden her birinde bir ayıp veya kusur görür. Onun nasibi olmadığı halde, daha iyisini ve daha üstününü talep eder. Kısmetinden yüz çevirir. Sapkın işler yapar. Uzun yorgunluklar içinde; hem dünyada ve hem de ukbada bir gayesi ve sonucu olmayan helak edici şeylere dalar. Nitekim şöyle söylenir: En kötü cezalandırma, nasibi olmayan şeyi talep etmektir. O belaya düştüğünde onun ortadan kaldırılmasından başka bir şey temenni etmez. Her türlü nimeti, şehvet ve hazzı unutur ve belanın izalesinden başka bir şey istemez. Ondan kurtulduğu zaman ise; açgözlü olduğu, nimeti küçümsediği ve Rabbi’ne itaatten yüz çevirdiği o hafif meşrep –günahlara düşkün- haline geri döner. İçine düşmüş olduğu sıkıntı ve belaların hepsini unutur. Oysa tüm bu zorluklardan kasıt; bu günahlardan onu alıkoymak suretiyle geleceğini ihya etmek –rezillikten kurtarmaktı-. Bu hususta, afiyet ve nimet ona iyi gelmedi; aksine onu bela ve kötülükte tuttu. Şayet belalar ortadan kaldırıldığında, edebi güzelleştirerek, itaat ve şükrünü artırarak taksim olunana razı olmuş olsaydı; dünyası ve ahireti için daha hayırlı olurdu. Allah Azze ve Celle’nin tevfiki ve hoş muamelesiyle; nimet, afiyet ve rızada artış olurdu.
Kim bu dünyada ve ahirette selamet istiyorsa, onun; sabredip rıza göstererek halka şikayeti terk etmesi, ihtiyaçlarını Rabbi Azze ve Celle’ye havale etmesi, -mahlukata, hevasına ve iradesine değil;- yalnız O’na itaat etmesi, mutluluğu sadece O’ndan beklemesi ve rahmetine payan olmayan Kerim Rabbi ile sohbetine devam etmesi gerekir. Çünkü O, O’ndan başka bütün mahlukattan daha hayırlıdır. Onun mahrum etmesi bağıştır, cezası nimettir, belası devadır, vaadi nakittir, sözü fiildir ve isteği halidir. O’nun buyruğu ve emri şöyledir:
“Bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece “Ol” der ve o (şey hemen) oluverir” (Yasin; 82).
O’nun her fiili güzeldir, hikmetlidir ve faydalıdır. Fakat O, maslahatların ilmini kullarından saklamıştır, (bu bilgiyle) tek başına hareket eder. Güzel ve makbul olan rıza ve teslimiyettir: Emirleri yerine getirmek ve yasaklardan kaçınmak suretiyle ubudiyetle meşgul olmalı, savaşmaksızın kadere teslim olmalı, rububiyetle meşgul olmaktan –ki o kadir kılmanın illetidir- kaçınmalıdır. ‘Niçin? Nasıl? Ne zaman?’ gibi soruları sormamalıdır. Cümle hareket ve sekenatında Hakk Azze ve Celle’ye suç isnadından kaçınmalıdır. Bu mana İbn-i Abbas (ra)’ın bir hadisesine dayanır. İbn-i Abbas (ra)’dan rivayet olundu:
“Resulullah (sav)’in terkisindeyken, bana buyurdular ki: Ey oğul Allah’ı koru ki, O da seni korusun. Allah’ı korursan O’nu önünde bulursun. İstediğinde Allah’tan iste! Yardım dilediğinde Allah’tan yardım dile! Kalem olmuş ve olanı yazmaktadır. Kullar senin menfaatin için çabalasalar; şayet Allah’ın bu konuda hükmü olumlu değilse, bu şey tahakkuk etmez. Ya da sana zarar vermek için didinseler; yine O’nun olumsuz bir hükmü olmadan bunu gerçekleştiremezler. Allah’a sıdk ve yakin ile muamele etmeye gücün yeterse, bunu yap! Gücün yetmiyorsa kerih gördüğün şeye sabretmende çok hayır vardır. Ferahlık kederle, kolaylık zorlukla geldiği gibi, yardım da sabırla gelir” (8.Şerh).
Her müminin bu hadisi şiar edinmesi, onu kalbine ayna olarak tutup giyinip yenilenmesi ve bütün harekat ve sekenatında onunla amel etmesi gerekir ki; dünya ve ahirette salim olsun ve Allah Azze ve Celle’nin rahmetiyle her ikisinde izzet bulsun.
Kaynak : Fütuhu'l Gayb (Alemlerin Kapısı) - Abdülkadir Geylani