Message
Kuantum fiziğinin en tuhaf özelliklerinden birisi “non-lokal” lik ya da şiirsel olarak ifade edildiğinde “kuantum dolaşıklık” tır. Danimarkalı fizikçi Daniels Bohr, klasik fizikçilerin güç ya da enerji değişimi gibi etkiden sorumlu bir olayın yokluğuna rağmen, elektronlar ya da fotonlar gibi atom altı parçacıklar bir kere temas ettiklerinde birbirlerini tanıdıkları ve aralarında ne kadar uzun mesafe olursa olsun anında birbirlerini etkilediklerini keşfetmiştir. Parçacıklar dolaşık durumdayken hareketleri –manyetik oryantasyon gibi- ister aynı yöne, isterse de aksi yöne doğru ya da aralarında ne kadar uzun bir mesafe olursa olsun daima birbirlerinden etkilenecektir. Erwin Schrödinger, kuantum teorinin bir diğer mimari, non lokal’liğin keşfinin kuantum teorisinin dönüm noktası olduğunu –kuantumun merkezi özelliği ve dayanak noktası olduğunu söyler.
Dolaşık parçacıkların hareketi doğumda birbirinden ayrılan, benzer ilgi alanları olan ve sonsuza kadar birbirleriyle telepatik bağ içinde olan ikizlerin durumuna benzetilebilir. İkizin biri Colorado’da, diğeri ise Londra’da yaşar. Hiç bir zaman karşılaşmamalarına rağmen her ikisi de mavi rengi sever. Her ikisi de mühendisliği seçer. Her ikisi de kayak yapmaktan hoşlanır; hatta biri Vail’de düşüp sağ bacağını kırdığı zaman diğeri aynı anda 7.000 km uzakta Starbucks’da kahvesini yudumluyor olmasına rağmen sağ bacağını kırar. Albert Einstein non-lokal’liği kabul etmemiştir ve ondan “uzaklardaki garip hareket” diye söz etmiştir. Einstein ünlü bir düşünce deneyi sırasında, bu tür anında bağlantı, bilginin ışık hızından daha süratli gitmesini gerektirir, diye tartışmıştır; bu onun izafiyet teorisinin ihlali demekti. Einstein’ın teorisinin formüle edilmesinden beri, ışık hızı (saniyede 186,282.397 mil) bir şeyin diğerine etki edebilme hızının hesaplanmasında mutlak sınırlayıcı faktör olarak kullanılmıştır.
Ancak, Alain Aspect gibi modern fizikçiler ve onun Paris’teki meslektaşları ışık hızının atom altı dünyada mutlak bir sınırlama olmadığını kesin olarak göstermişlerdir. Aspect’in deneyi, aynı atomdan fırlatılan iki foton ile ilgiliydi ve bir fotonun ölçümlenmesi diğer fotonun pozisyonunu derhal etkiliyordu; böylece ya aynı ya da IBM fizikçisi Charles H. Bennett’in ifade ettiği gibi, “tersine şans” ortaya çıkarıyordu –yani, dönme ya da pozisyon alma. Her iki foton birbirleriyle konuşmaya devam ettiler ve birine olanın ya aynısı ya da tersi diğerine de oluyordu. Bugün, en tutucu fizikçiler dahi non-lokal’liği atom altı gerçekliğin tuhaf bir özelliği olarak kabul ediyorlar.
Bir kuantum deneyi Bell’in Eşitsizliği’ni içerir. Kuantum fiziğinin bu ünlü deneyi, kuantum parçacıkların davranışlarını test etmenin pratik bir yolunu geliştirmiş İrlandalı fizikçi John Bell tarafından yürütülmüştür. Bu basit test bir zamanlar temas etmiş iki kuantum parçacığının alınmasını, birbirinden ayrılmasını ve sonra da her ikisinin de ölçümlerinin yapılmasını gerektiriyordu. Bu durum adları Daphne ve Ted olan ve bir zamanlar beraberken şimdi ayrılmış olan bir çifte benzetilebilir. Daphne gidebileceği iki yönden birisini seçebilir ve aynısını Ted de yapabilir. Gerçekliğe sağduyulu bakış açısına göre, Daphne’nin seçimi Ted’inkine dayanmaktadır.
Bell deneyini yürütürken beklentisi bir ölçümün diğerinden daha büyük olacağı idi – eşitsizliğin ispatı. Ancak ölçümlerin kıyaslanması her ikisinin de aynı olduğunu gösterdi ve böylece eşitsizlik “ihlal edilmiş” oldu. Bu kuantum parçacıkları görünmez bir kablo birbirlerine bağlıyor gibiydi. O zamandan beri fizikçiler Bell’in Eşitsizliği ihlal edildiğinde bunu iki şeyin dolaşık olması olarak anlarlar.
Bell’in Eşitsizliğinin evreni anlamamız üzerinde çok önemli etkisi olmuştur. Non-lokal’liği tabiatın doğal bir yönü olarak kabul ederek dünya görüşümüzün dayandığı iki temelin de yanlış olduğunu kabul etmiş oluyoruz: etkinin sadece zaman ve uzay içinde olduğunu; Daphne ve Ted gibi parçacıklardan oluşan şeylerin birbirlerinden bağımsız olarak var olduklarını.
Modern fizikçiler şimdilerde non-lokal’liği kuantum dünyasının bir özelliği olarak kabul etseler de, atom altı dünyanın bu tuhaf ve mantığa aykırı özelliğinin foton ya da elektronlardan daha büyük şeyler için geçerli olmadığını söyleyerek kendilerini rahatlatırlar. Atom ve molekül seviyesine gelecek kadar büyüdükleri zaman –fizikçilerin dünyasında bu boyut “makroskopik” ya da büyük olarak kabul edilir- evren tekrar tahmin edilebilir, ölçülebilir Newton kurallarına göre hareket etmeye başlardı.
Başparmak tırnağı büyüklüğünde bir kristalle Rosenbaum ve öğrencisi bu tarifi tamamen yok etmişlerdir. Atomlar kadar büyük, hatta elinizde tutabileceğiniz kadar büyük şeylerin bile non-lokal’liği daha önce bu boyutta hiç gösterilmemiştir. Örnek küçük bir tuz parçası olmasına rağmen, atom altı parçacıkla bu kıyaslandığında milyarlarca (1,000,000,000,000,000,000 ya da 10 üzeri 18) atomu barındıran saray gibidir. Rosenbaum genellikle açıklayamadığı bir şey üzerine konuşmaktan hiç hoşlanmamasına rağmen evrenin yapısıyla ilgili olağanüstü bir şey keşfettiğinin farkındaydı. Ben de onların niyetinin mekanizmasını bulduklarının farkındaydım: atomların, maddenin yapı taşlarının, non-lokal olarak etkilendiklerini göstermişlerdir. Kristaller gibi büyük şeyler oyunu kurallarına göre oynamıyorlar, aşikar bir neden olmadan görünmeyen bir bağlantıyı koruyarak kuantum dünyasının anarşik kurallarına göre hareket ediyorlardı.
Kaynak : Niyet Deneyi - Lynne McTaggart