Message
1970’lerin ortalarında Albert-Fritz Popp adında Alman bir fizikçi tüm yaşayan şeylerin, en temel tek hücreli bitkilerden insan gibi en karmaşık organizmalara kadar hepsinin sürekli minik foton –minik ışık parçacıkları- akımları ürettiğini bulmuştu. Onlara “biyo foton emisyonları” adını vermiş ve yaşayan organizmanın temel iletişim kanalını –ışığı kullanarak kendisine olduğu kadar dış dünyaya da sinyal gönderdiğini- bulduğunu düşünmüştü.
Otuz yıldan daha fazla Popp biyokimyadansa bu hafif radyasyonun bedenin tüm hücresel süreçlerini koordine eden güç olduğu görüşünü korudu. Canlı varlıkların iletişim mekanizması olarak kimyasallardansa dalgaların olması aynı zamanda genetik –nasıl büyüdüğümüz ve tek bir hücreden son şeklimize nasıl ulaştığımız- sorununu da çözüyordu. Bu aynı zamanda bedenlerimizin farklı beden parçalarının aynı anda görevlerini nasıl yürütebildiklerini açıklamaktadır. Popp bu ışığın belirli frekansları üreten ana diyapozom olduğunu ve onu diğer moleküllerin takip ettiğini düşünüyordu.
Alman biyofizikçi Herbert Fröhlich gibi bir çok biyolog bir tür kolektif titreşimin proteinlerin ve hücrelerin faaliyetlerini koordine etmelerine neden olduğunu önermişlerdi. Ancak, bu tür teoriler Popp’un keşiflerine kadar, doğru olduklarını kanıtlayacak hassasiyette cihazlar olmadığı için önemsenmemişti.
Popp, öğrencilerinin de yardımıyla, ışığı yakalayıp fotonlarını tek tek sayan ilk makinasını yaptı. Yıllar süren kusursuz deneylerden sonra bu küçük frekansların hücrelerin DNA’larında depolandığı ve yayıldığını gösterdi. Organizmalardaki ışık yoğunluğu, canlının yüzeyinde saniyede santimetre karede bir kaç fotondan bir kaç yüz foton aralığında sabitti ve organizma rahatsız ya da hasta olduğunda akım yukarı ya da aşağı doğru keskin hareketler yapıyordu. Sinyaller bedenin sağlığı ve uygulanan tedavi hakkında değerli bilgileri içeriyordu. Örneğin, kanser hastalarında daha az foton vardı. Sanki ışıkları kayboluyor gibiydi.
Teorisinden dolayı önce eleştirilen Popp, Alman hükümeti tarafından sonra da uluslararası olarak kabul edildi. İsviçre’deki CERN; Amerika’daki Northeastern University; Pekin’deki Institute of Biophysics Academy of Science ve Rusya’daki Moscow State University gibi itibarlı kuruluşlar da dahil olmak üzere, dünyanın her tarafındaki uluslararası merkezlerden onbeş grup bilim adamından oluşan International Institue of Biophysics’i (IIB) kurdu. Yirmi birinci yüzyılın başlarında IIB tüm dünyadan en az kırk saygın bilim adamını barındırıyordu.
Şifaya yol açan frekanslar bunlar olabilir miydi? Schwartz biyofoton emisyonu üzerine çalışma yapacaksa, o zaman önce bu minik ışık yayılımlarını nasıl izleyeceğini bulmak zorunda olduğuna karar verdi. Popp laboratuvarında içinde bitki gibi canlı bir şey bulunan bir kutuya bağlı bilgisayarlı bir mekanizma geliştirmişti. Bu makina fotonları sayıp yayılan ışığı kaydediyordu. Ancak, bu makinalar sadece tam karanlık bir ortamda fotonları kaydedebiliyorlardı. O zamana kadar bilim adamlarının karanlıkta parlayan canlı şeylere tanık olmaları imkansızdı.
Kaynak : Niyet Deneyi - Lynne McTaggart