Message
Rezonansın yanısıra DMILS çalışmaları niyet sırasında ortaya çıkan başka bir olaya kanıt sağladı: alıcı, göndericinin çimdiklendikten sonraki “ahh” hissini o çimdiklenmeden bir kaç saniye önce alıyordu. 1997’de University of Nevada’daki eski laboratuvarında Radin insanların bir olayı önceden fiziksel olarak algılayabileceklerini keşfetmişti. Katılımcıları rahatlatacak, heyecanlandıracak ve üzecek fotoğrafları rastgele seçerek gösterecek bir bilgisayar yapmıştı. Gönüllüler; cilt iletkenliğini, nabız atışı ve kan basıncını kaydeden fizyolojik monitörlere bağlıyken sakinleştirici görüntüleri (manzara), şoke etmeye yönelik görüntüleri (otopsiler) ya da heyecanlandırıcı görüntüleri rastgele gösteren bir bilgisayarın önünde oturuyorlardı.
Radin gönüllülerin resimleri görmeden önce fizyolojik tepkiler ortaya koyduklarını keşfetti. Kendilerini korumak istermişçesine, erotik ya da rahatsız edici bir resmi görmeden önce tepkileri en yüksek noktadaydı. Bu, bedenlerimizin bilinçaltında beklentide olduğunu, gelecekteki duygusal durumları gösterdiğini ve sinir sisteminin sadece kendisini gelecekteki patlamalara karşı koymakla kalmayıp aynı zamanda onun duygusal anlamını da çözdüğünü gösteren ilk laboratuvar kanıtıydı.
Boulder Creek, California’daki Institute of HeartMath’in kıdemli başkan yardımcısı ve araştırma direktörü Dr.Rollin McCraty bir olayın fiziksel olarak önceden algılanmasından çok etkilenmişti ancak bu sezgisel bilginin bedenin tam olarak neresinde hissedildiğini merak ediyordu. Radin’in çalışmasının orjinal dizaynını fotonları rastgele tetikleyen bilgisayar sistemi ile kullandı ve katılımcıları daha kapsamlı tıbbi cihazlara bağladı.
McCraty iyi ya da kötü haberlerin önceden sezilmesinin, rahatlatıcı ya da rahatsız edici resmin gösterilmesinden hemen önce elektromanyetik dalgalarının hızlanması ya da yavaşlaması ile hem kalpte hem de beyinde hissedildiğini keşfetti. Daha da ötesi, serebral korteksin tüm dört lobu bu sezgisel farkındalıkta yer alıyor gibi görünüyordu. En çarpıcı olanı ise, kalbin bu bilgiyi beyinden saniyeler önce alıyor olmasıydı. Bu bedenin sürekli geleceği tarayan ve sezgileyen belirli bir algılayıcı mekanizmasının olduğunu ve en büyük antenin de kalpte yer aldığını ortaya koymaktadır. Kalp mesajı aldıktan sonra bu bilgiyi beyine iletmekteydi.
McCraty’nin çalışması cinsiyetler arasında çarpıcı farklılıklar da ortaya koydu. Kadınlarda kalp ve beyin erkeklere oranla hem daha erken hem de daha sık birbiriyle uyumlandı. McCraty bu bulguların, kadınların erkeklere göre daha sezgisel oldukları ve kalp merkezleriyle daha yakın temasta bulundukları ile ilgili evrensel inanışa bilimsel kanıt sağladığı sonucuna vardı.
McCraty’nin kalbin bedendeki en büyük “beyin” olduğu bulgusu, University of Montreal ve Montreal’deki Hospital du Sacrecoeur’den Dr.John Andrew Armour’un araştırma sonuçlarıyla inanılırlık kazanmıştır. Armour, kalpte beyindeki daha yüksek düşünce unsurlarına sinyal veren ve etkileyen nörotransmiterler keşfetti. McCraty kalbe dokunmanın, hatta zihinsel olarak kalbe odaklanmanın insanların beyin dalgalarının uyumlanmasına neden olduğunu buldu. İki insan kalplerine sevgi dolu düşünceler odaklarken birbirlerine dokunduklarında iki kişiden daha “tutarlı” kalp ritmine sahip olan diğerinin beynini uyumlamaya başlar.
Kalp hakkında bu yeni kanıtlara dayanarak Dean Radin ve Marilyn Schlitz uzaktan etkinin bedenin başka bölgelerine de uzanıp uzanmadığını araştırmaya karar verdiler. Keşfetmek istedikleri ilk yer mide ve bağırsakların olduğu bölgeydi. İnsanlar sezgileri bu bölgeye atfederlerdi. Bazı araştırmacılar bu bölgeye “ikinci beyin” olarak değinmekteydiler. Radin, burada hissedildiği düşünülen sezgilerin yanı sıra fiziksel etkinin olup olmadığını merak etti.
Radin ve Schlitz 26 gönüllü bir araya getirdi, onları ikişer ikişer grupladı ve onları bağırsak-mide bölgesinin elektriksel davranışlarını ölçen bir elektrogastrogram’a (EGG) bağladı; cilde takılan monitörlerden elde edilen neticeler genellikle midenin frekans ve kasılmalarına yakın sonuçlar vermektedir. Freiburg çalışması tersini göstermiş olmasına rağmen Radin ve Schlitz aşinalığın uzaktan etkiyi güçlendirdiğini düşünüyorlardı. Bir tür fiziksel bağın önemli olması durumuna karşı Radin, tüm katılımcıların önce anlamlı bir nesne değiş tokuşunda bulunmalarını istedi.
Radin katılımcı eşlerden birini ayırarak bir odaya koydu. Diğeri başka bir odada, karanlıkta EGG’ye bağlı olarak birinci kişinin canlı video görüntülerini izliyordu. Görüntüler periyodik olarak başka bir monitörde belirli duyguları –pozitif, negatif, öfkeli, sakin ya da sadece nötr- uyandırmak üzere dizayn edilmiş müzikle beraber veriliyordu.
Sonuçlar başka bir uyumlanma örneğini, bu defa mide-bağırsak bölgesinde ortaya koydu. Gönderici pozitif ya da negatif güçlü duygular yaşadığında, alıcının EGG okumaları belirgin bir şekilde yüksek ve göndericininkilerle bağlantılıydı. Başkalarının duygusal durumunun alıcının bedeninde –bu durumda bağırsakların derinlerinde- algılandığı ile ilgili daha fazla kanıt ortaya çıkmıştı.
Bu son kanıtlar duygusal tepkilerimizin sürekli algılanarak en yakınlarımızdakilere yansıtıldığının ispatıydı. Bu çalışmaların her birinde, çiftlerin bedenleri uyumlanmış ya da Radin’in ifadesiyle “dolaşık” hale gelmişti; alıcılar, partnerlerinin gördüklerini ya da hissettiklerini “görüyor” ve hissediyorlardı.
Bu deneyin ima ettiği gibi, niyet enerjinin akort edilmesi olabilir. DMILS araştırmaları, belirli şartlar altında birbirinden uzakta iki değişik insandaki kalp atışı, otonom sinir sisteminin uyarılması, beyin dalgaları ve uzantılara giden kan akışının uyumlanabileceğini göstermişti.
Kaynak : Niyet Deneyi - Lynne McTaggart