Message
Kötülükle ilgili herhangi bir metafizik tartışmada diğer önemli bir faktörü de göz önüne almamız gerekir. Deneysel, bilimsel ya da felsefi olsun gerçekliğin doğasının iyi bir analizi maddi dünyanın ve içindeki olayların aslında boşluk olduğunu gösterecektir. Çeşitli budist okulların metinleri tüm maddi nesnelerin boşluğunu ve tüm varlığın birliğini keşfedebileceğimiz meditasyon uygulamaları önerir. Ruhsal uygulamaları izleyerek Budizm öğretisinin özünü –formun boşluk boşluğun da form olduğunu- deneyerek onaylayabiliriz.
Gündelik şuurumuza çelişkili ve hatta saçma gelen bu ifade modern bilimin onayladığı derin bir gerçeği açığa çıkarır. Fizikçiler bu yüzyılın başlarında maddeyi atomaltı düzeye kadar inceleyen sistemli araştırmalar yaptılar. Bu araştırmalar sırasında daha önce katı madde olduğunu düşündükleri şeyin gittikçe artan oranlarda boşluk olduğunu keşfettiler. Sonuç olarak katı “madde” gibi görünen her şey tablodan silindi ve soyut olasılık denklemlerine dönüştü.
Budistlerin deneyimle, modern fiziğin de deneyle keşfettiği şey bu yüzyılın en büyük filozoflarından Alfred North Whitehead’in (1967) metafizik önermeleriyle oldukça örtüşür. Whitehead birbirinden ayrı maddi nesnelerin sürekli varlığına “somutluk yanılgısı” diyor. Ona göre evren birbirini izlemeyen sayısız deneyim patlamalarından oluşmuştur. Evreni oluşturan temel element sürekli bir cevher değildir. Ona göre evren, kendi terminolojisinde “fiili durum” dediği deneyim anlarından oluşur. Bu terim atomaltı parçacıklardan insan ruhuna kadar tüm gerçeklik düzeyleri için geçerlidir.
Yukarıdaki tartışmanın da önerdiği gibi gündelik yaşamdaki olayların hiçbiri –bu nedenle ıstırap ve kötülük içeren durumların da hiçbiri- sandığımız ve deneyimlediğimiz şekliyle mutlak gerçeklikler değillerdir. Bunu anlatabilmek için daha önce kullandığım film benzetmesine döneceğim. Bir film ya da televizyon programını izlerken birbirinden bağımsız kahramanlar olarak gördüklerimiz aslında aynı bölünmemiş ışık huzmesinin farklı tezahürleridir. Bu olayı karmaşık bir gerçek yaşam oyunu olarak yorumlayabileceğimiz gibi belirli bir etki yaratmak için dikkatle bir araya getirilen çeşitli elektromanyetik ve akustik dalga frekanslarının dansı olarak da görebiliriz. Bilgisiz biri ya da bir çocuk filmi gerçekle karıştırabilirken, bir filmsever sanal bir gerçeklik izlediğini bilir.
Işık ve ses oyunu gerçek bir hikaye, kahramanları da ayrı varlıklar olarak yorumlamamızın nedeni böyle bir yorumun yol açacağı deneyime olan ilgimizdir. Sinemaya gitmek ve giriş ücretini ödemek için özgür bir seçim yaparız, çünkü filmdeki deneyimleri isteriz. Ve filmi gerçek gibi yorumlarken başka bir düzeyde de filmdeki karakterlerin kurgu olduğunu, kahramanların da filmde oynamayı seçen aktörler olduğunu biliriz. Tartışmamız açısından özellikle önemli olan şey şudur: Filmseverler filmde ölen insanların gerçekten ölmediğini bilir.
Bu kitaptaki içgörülere göre insanın durumu da film izleyicisine benzer. Başka bir gerçeklik düzeyinde enkarne olmayı seçtik, çünkü maddi varoluşun sunduğu deneyimler bizi çekti. Bizler de dahil olmak üzere kozmik oyundaki kahramanların ayrı gibi görünen kimlikleri birer yanılsamadır ve evreni oluşturur gibi görünen madde aslında boşluktan ibarettir. İçinde yaşadığımız dünya algıladığımız gibi değildir. Doğu’nun ruhsal metinleri gündelik dünya deneyimimizi uyanabileceğimiz bir düşe benzetir. Frithjof Schuon (1969) bunu kısa ve öz olarak şöyle dile getirmiştir: “Evren düşlerden örülü bir düştür: Yalnız benlik uyanıktır.”
Kozmik oyunda belli bir rol sona erdikten sonra daha kapsamlı ve derin bir kimliğe büründüğümüz ya da geri döndüğümüz için, tıpkı bir film ya da tiyatro oyunundaki gibi kimse öldürülmez ya da ölmez. Bir açıdan bakıldığında ne kahraman ne de oyun vardır ya da aynı anda hem var hem de yoktur. Bu açıdan bakıldığında dünyadaki kötülük nedeniyle Evrensel Zihin’i suçlamak, ekranda işlenen suç ya da cinayetler için film yönetmenini cezalandırmak kadar saçma olacaktır. Elbette yaşayan varlıklarla film kahramanları arasında önemli bir fark vardır. Maddi dünyadaki varlıklar her ne kadar göründükleri gibi olmasalar da rollerine bağlı olan fiziksel ve duygusal ıstırap deneyimleri gerçektir. Bu, film aktörleri için tabii ki geçerli değildir.
Holotropik hallerdeki oldukça ikna edici kişisel deneyimlere dayandığından ve de gerçekliğin doğası hakkındaki bilimsel bulgulara benzediğinden yaratılışa bu gözle bakmak oldukça tedirgin edici olabilir. Böylesi bir bakış açısının hayatımız ve gündelik ilişkilerimiz açısından gerçekçi sonuçlarını düşünmeye başladığımızda sorunlar belirginleşir. Maddi dünyayı “sanal bir gerçeklik” olarak görmek ve insan yaşamını bir filme benzetmek ilk bakışta hayatı önemsizleştirmek ve insanlığın çektiği acıyı hafife almak gibi görünür. Böyle bir bakış açısı insanlığın çektiği acının ciddiyetini inkar ediyor ve hiçbir şeyin umursanmadığı bir vurdumduymazlığa yöneltiyor gibi görünebilir. Aynı şekilde kötülüğü yaratılışın ayrılmaz bir parçası olarak kabul etmek ve kötülüğün göreceli olduğuna inanmak, ahlaki kuralları ortadan kaldırmak ve sınırsız bencil hedeflerin peşinden koşmak için bir haklı çıkarma nedeni olarak görülebilir. Ayrıca dünyadaki kötülükle faal bir şekilde savaşma çabalarını da sabote ediyor gibi görünür.
Ancak durum ilk bakışta göründüğünden çok daha komplekstir. Her şeyden önce pratik deneyimler gösteriyor ki tüm formların ötesindeki boşluğun farkında olmak yaratılışa karşı duyulan derin takdir ve sevgi duygularını da beraberinde getirir. Gerçeğin doğası hakkında derin metafizik içgörülere götüren aşkın deneyimler aslında tüm varlıklara saygıyı doğurur ve yaşam sürecine sorumlu bir şekilde katılmayı sağlar. Şefkatimiz maddi nesnelerle sınırlı olmak durumunda değildir. Sevgi şuur birimi olan tüm varlıklara karşı hissedilebilir.
Formlar aleminin temeli olan boşluğun farkındalığı yaşamdaki zor durumlarla baş edebilmemizde oldukça yardımcı olabilir. Hayatı anlamsız hale getirmediği gibi yaşamın güzel ve keyif verici yönlerinin tadını çıkarma yeteneğimizi de engellemez. Yaratılışa karşı duyulan sevgi ve takdir maddi dünyanın onu deneyimlediğimiz şekliyle varolmadığının idrakiyle çelişmez. Güçlü sanat eserlerine karşı yoğun duygusal tepkiler verebiliriz ve bu eserlerdeki karakterlerle özdeşleşebiliriz. Ve sanat eserlerinin aksine yaşamdaki kahramanların tüm deneyimleri gerçektir!
Kaynak : Kozmik Oyun - Stanislav Grof