Message
Yüce kozmik ilke iki farklı şekilde deneyimlenebilir. Bazen tüm kişisel sınırlar ortadan kalkar ve ilahi kaynakla ayırt edilmez biçimde birleşiriz. Bazen de evrenin muazzam gizemini dışarıdan izleyen hayretler içerisindeki bir gözlemci gibi ayrı kişisel kimliğimizi koruruz. Ya da bazı mistikler gibi Sevgili’sine kavuşan divane bir aşığın vecdini hissediriz. Tüm çağlardaki manevi literatür ilahiliğin her iki deneyimini de tanımlayan ifadelerle doludur.
“Bir pervane böceği nasıl ateşe atlar ve onunla bir olursa, biz İlahi olanla öyle birleşiriz,” der Sufiler. Hintli aziz Sri Ramana Maharishi dini şiirlerinden birinde “okyanusa yüzmeye gidip tamamıyla eriyen, şekerden yapılmış oyuncak bebeği” anlatır. İspanyol mistik Avila’lı Azize Teresa ve Mevlana ise Tanrı’dan Sevgili olarak bahseder. Benzer şekilde Hindistan’daki adanmışlık yogasının temsilcisi olan bakti yogiler, İlahilikten ayrı ama onunla ilişki içinde olmayı yeğler. Kozmik okyanusta tamamıyla eriyen Sri Ramana’nın şekerden oyuncak bebeği gibi olmak istemezler. Büyük Hint azizi ve mistiği Sri Ramakrishna bir keresinde şöyle demiştir: “Şekerin tadına bakmak istiyorum, şeker olmak değil.”
Yüce ilkeyi, yukarıda anlatıldığı biçimde deneyimlemiş olan kişiler, Tanrı’yla yüz yüze geldiklerini hissetmişlerdir. Bununla birlikte “Tanrı” kavramı deneyimlerinin derinliğini layıkıyla ifade edememektedir. Çünkü bu kavram yaygın dinler ve kültürler tarafından çarpıtılmış, değersiz hale getirilmiş ve önemini yitirmiştir. Bu deneyimi tanımlayabilmek için Mutlak Şuur ya da Evrensel Zihin gibi isimler kullanılmışsa da bu sözcükler de bu tür bir karşılaşmanın yüceliğini ve çarpıcı etkisini nakledebilmede yetersiz kalmaktadırlar. Bazı kimseler Mutlak’ın deneyimlenmesine verilecek en uygun cevabın sessiz kalmak olduğunu düşünmektedirler. Onlar şu fikri benimsemişlerdir: “Bilen söylemez; söyleyen bilmez.”
Mutlak Şuur’la karşılaşma ya da onunla özdeşleşme evrendeki yüce ilkeyi ya da nihai gerçekliği deneyimlemenin tek yolu değildir. Nihai yanıtlar arayanları tatmin eder gibi görünen ikinci tip deneyimin belirli bir içeriği olmaması oldukça ilginçtir. Bu, mistik edebiyatta boşluk olarak geçen Kozmik Boşluk ya da Hiçlik’le özdeşleşmedir. Ancak sıradışı hallerde karşılaştığımız tüm boşluk deneyimlerinin Hiçlik olmadığını belirtmek gerekir. İnsanlar bu terimi genellikle duygu, canlılık ve anlam yoksunluğu gibi olumsuz duyguları tarif etmede kullanır. Bu hallerin Boşluk ya da Hiçlik sınıfına girmesi için belli koşulları yerine getirmesi gerekir.
Hiçlik, kozmik ölçülere ve öneme sahip ilkesel boşluktur. Bu mutlak hiçliğin farkına varan saf şuur oluruz; ancak bu boşluğun özde dolu olduğu gibi çelişkili bir hissi de taşırız. Bu kozmik vakum her şeyi de içinde barındırır. İçinde, belirmiş haliyle bir şey bulunmasa da tüm varoluş olasılık olarak ondadır. Bu çelişki nedeniyle belirmiş ve belirmemiş ya da varlık ve yokluk arasındaki ayrımı aşabiliriz. Ancak böyle bir karar kelimelerle ifade edilemez; anlaşılmak için deneyimlenmelidir.
Boşluk, geleneksel uzay-zaman sınıflandırmalarını aşar. O değişmezdir. Aydınlık ve karanlık, iyi ve kötü, hareket ve atalet, mikrokozmos ve makrokozmos, acı ve haz, teklik ve çokluk, şekil ve boşluk, hatta varlık ve yokluk gibi ayrımların ve kutuplaşmaların ötesindedir. Bazı insanlar bu ilksel boşluk ya da hiçliğin, bildiğimiz olgular dünyasının temelindeki ve ötesindeki ilke olduğunu belirtmek için ona Suprakozmik ya da Metakozmik demiştir. Mevcut olan her şeye potansiyel olarak gebe olan bu metafizik boşluk tüm varlığın beşiği, varoluşun nihai kaynağı gibi görünmektedir. Tüm fenomenal alemlerin yaratılışı, onun önceden var olan imkanlarının gerçekleşmesi ve somutlaşmasıdır.
Boşluğu deneyimlediğimizde onun tüm yaratılışın kaynağı olduğunu, aynı zamanda da tüm yaratılışı içerdiğini hissederiz. Hiçbir şey onun gerçekliği dışında olmadığı için onun tüm varoluş olduğu da söylenebilir. Alışıldık kavramlar ve mantık kuralları açısından bu, bazı çelişkiler içerir. Boşluğun fenomenler dünyasını içerdiğini düşünmek saçma olacaktır, çünkü bu dünyanın temel özelliği şekildedir. Benzer şekilde sağduyu yaratıcı ilkenin ve onun yarattıklarının aynı olamayacağını, birbirlerinden ayrı olmaları gerektiğini söyler. Boşluğun sıradışı deneyimi bu çelişkileri aşar.
Aşağıdaki örnek yıllarca sistemli olarak ruhsal arayışta bulunmuş din filozofu Cristopher Bache’nin Kozmik Boşluk deneyimidir:
Aniden muazzam bir boşluk açıldı. Sanki büyük, görünmeyen bir top görüşüme girip de tüm çizgileri görüntünün dışına büküyormuş gibi görüntü alanımı eğmeye başladı. Hiçbir şey kopmadı ya da dağılmadı, ancak her şey bu gerçekliği ortaya çıkarmak için gerildi ve durdu. Sanki Tanrı nefesini tutmuş gibiydi ve tüm evren ani biçimde durmuştu. Çözülmedi ve ebediyetten beridir oradaydı. Varoluştaki bir boşluk, bir açılımdı bu.
Bu his ilk başta kelimenin tam anlamıyla ve de şiirsel bir anlatımla nefes kesiciydi. Hareketsiz bir şekilde yeniden hareket edebilmeyi bekledim. Ancak hareket edemedim. Tamamıyla şuurlu, ancak hareketsizdim. Ve bu hareketsizlik devam etti. Ne kadar sürdüğüne inanamadım. Deneyim derinleştikçe bunun, içinden tüm formların çıktığı Boşluk olduğunu anladım. Bu, tüm hareketin içinden aktığı durgunluktu. Formsuz ve formun ötesinde olan bu yoğunlaşmış şuurun içeriksiz deneyimi Doğudaki filozofların “sunyata” dediği şey olsa gerekti. Hareket ve formlar geri döndüğünde Boşluk’u takip eden mükemmel bir “oluş” hali yaşadım. Varoluşu “olduğu gibi” deneyimledim.
Birkaç vakada hem Mutlak Şuur’u hem de Boşluk’u deneyimleyenler bu iki halin de temelde aynı olduğu ve birbirine dönüşebildiği içgörüsüne sahipti. Bu kişiler yaratıcı Kozmik Şuur’un Boşluk’tan çıkışına ya da tam tersine Boşluk’a dönüşüne ve eriyişine tanık olduklarını söylediler. Diğerleri Mutlak’ın bu iki yönünü aynı anda deneyimledi; Kozmik Şuur’la özdeşleştiler ve onun temel boşluğunu fark ettiler.
Boşluk’un yaratılışın kaynağı olarak deneyimlenmesi, maddi dünyanın temelde formsuz olduğu görüşünü akla getirir. Gündelik yaşamın boşluğunun fark edilmesi Mahayana Budizm’in en önemli ruhsal metinlerinden olan Prajnaparamita Hridaya Sutra ya da Kusursuz Bilgeliğin Kalbi sutrasının çekirdek mesajıdır. Metinde Avalokiteshvara, Buda’nın öğrencisi Shariputra’ya şöyle der: “Formun doğası boşluktur; boşluğun doğası formdur. Form boşluktan farklı değildir; Boşluk da formdan... Hisler, algılamalar, zihinsel formasyonlar ve şuur da böyledir.”
Vakum kavramının her şeyi barındırdığı ve “gebe bir boşluk” olduğu fikri modern fizikte de vardır. Kuantum fiziğinin kurucularından ve antimaddenin babası Paul Dirac bunu şu sözlerle açıklıyor: “Tüm madde algılanamaz bir temelden yaratılır ve maddenin yaratılışı, bu temel yapı içerisinde, antimadde olarak gözüken bir ‘delik’ oluşturur. Bu temel, maddi sıfatıyla tanımlanamaz; çünkü tüm uzayı aynı biçimde doldurur fakat herhangi bir gözlem yoluyla taranamaz. İçinden maddenin çıktığı hiçliğin garip bir maddi formudur.” Yakınlarda kaybettiğimiz Amerikalı fizikçi Heinz Pagels daha da kesindir: “Yeni fiziğin görüşü şudur: Tüm fizik vakumdur. Olmuş ya da olabilecek her şey orada uzayın hiçliğinde mevcuttur... bu hiçlik tüm varlığı içerir” (Pagels 1990)
Fizikçiler, temel parçacıkların yüksek hızlara ulaştırılması ve çarpıştırılması ile ilgili deneylerinde “dinamik vakum” dedikleri yerden çıkan yeni atomaltı parçacıkların yaratılışını ve tekrar bu matrise geri dönüp kayboluşlarını gözlemlediler. Tabii ki buradaki benzerlik kısmidir ve fazla da ileri gitmez. Kozmik yaratılış sorunu maddenin temel yapı taşlarıyla sınırlı değildir. Formların, düzenin ve yasaların kaynağı gibi fizikçilerin bilgisini aşan yönleri vardır. Holotropik hallerde deneyimleyebileceğimiz Boşluk yalnızca duyulara hitap eden dünyanın hammaddesinden değil yaratılışın tüm yönlerinden de sorumludur.
Gündelik yaşantımızda olan her şey karmaşık neden sonuç ilişkilerini içerir. Katı doğrusal nedensellik geleneksel Batı bilimi için önkoşuldur. Maddi gerçekliğin temel özelliklerinden bir diğerine göre de dünyamızdaki tüm süreçler enerjinin sakınımı yasasını izler. Enerji yaratılamaz ve yok edilemez, yalnızca başka enerji formlarına dönüştürülebilir. Bu düşünce şekli makro dünyadaki birçok olay için geçerli gibi görünür. Ancak neden sonuç zincirini evrenin başlangıcına kadar takip ettiğimizde geçerliliğini yitirir. Bunu kozmik yaratılış sürecine uyguladığımızda önemli sorunlarla karşılaşırız: Eğer her şeyin bir nedeni varsa ilk neden, nedenlerin nedeni, İlk Başlatıcı nedir? Eğer enerji sakınılmak durumundaysa ilk baştaki enerji nereden gelmiştir? Madde, uzay ve zamanın kaynağı nedir?
Maddenin, zamanın ve uzayın 15 milyar yıl kadar önce boyutsuz bir “tekillikten” aynı anda yaratıldığını iddia eden şu anki Big Bang kozmogenetik teorisini, varoluşun derin gizeminin akılcı bir açıklaması olarak kabul etmek zordur. Ve genellikle de tatmin edici bir yanıtın akılcılığın dışında başka bir kaynaktan gelebileceğini düşünemeyiz. Aşkın deneyimlerin bu sorunlara getirdiği çözüm tamamıyla farklı bir yapıdadır. Mutlak Şuur’un ve Boşluk’un deneyimlenmesi ve karşılıklı ilişkileri, maddi evrenin nedensellik ve mekanik yasalarla yönetildiği şeklinde teoriler üreten dertli bilimadamlarının başını ağrıtan çelişkileri aşmayı sağlar. Holotropik haller bu sorulara ve çelişkilere tatmin edici yanıtlar getirir; ancak bu yanıtlar mantıksal değil deneyimsel ve akıl ötesidir (transrational).
Boşluk’tan Mutlak Şuur’a ya da Mutlak Şuur’dan Boşluk’a geçişi deneyimlediğimizde bir şeyin hiçlikten çıkabileceği ya da hiçbir iz bırakmadan hiçlikte kaybolabileceği olasılığını düşünürüz ve bu gerçekleşirken normal şuurda hissedebileceğimiz saçmalık duyguları yoktur. Tam aksine bunun kendi kendini kanıtlayan, basit ve doğal bir süreç olduğunu hissederiz. Deneyimsel içgörülere bu nedenle ani bir aydınlanma hissi ya da “aha!” tepkisi eşlik eder. Bu düzeyde maddi dünya Mutlak Şuur’un bir ifadesi olarak görülür ve Mutlak Şuur ile Boşluk aynı şeydir. Bu çeşit aşkın deneyimler akılcı zihni rahatsız eden en zorlayıcı sorunlara beklenmedik bir çözüm getirir.
Holotropik şuur hallerini deneyimleyen insanların varoluşun kaynağıyla ilgili içgörüleri daimi felsefelerdekine çok benzer. Prajnaparamita Sutra’da tanımlanan kozmik boşluktan daha önce de bahsettim. İşte Çinli bilge Lao-tzu’nun Tao Te Ching’inden (1988) bir pasaj:
Evren doğmadan önce,
formsuz ve kusursuz bir şey vardı.
Dingindir o. Boştur.
Yalnızdır. Değişmez.
Sınırsızdır. Hep vardır.
O evrenin anasıdır.
Daha iyi bir isim bulamadığım için ona
Tao diyorum.
Her yerde akar o, içte ve dışta,
ve şeylerin özüne döner.
On üçüncü yüzyıl mistik şairi Mevlana evrenin kaynağını şu sözlerle anlatıyor: “Yokluk, var olabilme ümidiyle sabırsızlıkla bekliyor... Tanrının mücevher sandığı ve madeni, tezahür eden yokluktan başka bir şey değil.” İşte karşılaştırma için Yahudi mistik geleneğinden iki pasaj: On üçüncü yüzyıl kabalacılarından Geronalı Azriel şöyle diyor: “Şöyle bir soru sorabilirsin: ‘Tanrı varlığı hiçlikten nasıl meydana getirdi? Varlıkla hiçlik arasında muazzam bir fark yok mu?’ Cevap şöyledir: ‘Varlık, hiçlikte hiçlik halinde bulunur ve hiçlik, varlıkta varlık halinde bulunur.’ Hiçlik varlıktır, varlık da hiçlik.” Ve on dördüncü yüzyıl kabalacısı David Ben Abraham he-Lavan şöyle yazıyor: “Hiçlik, yani Ayin, dünyadaki tüm varlıklardan daha gerçektir. Ancak basit olduğu için ve her basit şey basitliğiyle kıyaslandığında karmaşık olduğu için ona Ayin denir.” Ve Hıristiyan mistik Meister Eckhart’a göre “Tanrı’nın hiçliği tüm dünyayı doldurur; o hiçbir yerdedir.”
Kaynak : Kozmik Oyun - Stanislav Grof