Message
Fenomenler dünyasına katılmak ve bu zengin macera yelpazesini deneyimleyebilmek için bedenli benlikle bir dereceye kadar özdeşleşmek ve madde dünyasını kabul etmek gerekir. Ancak beden-ego ile mutlak bir özdeşleşme içine girersek ve tek gerçeklik olarak maddi dünyayı kabul edersek tam bir doyum bulmamız olanaksızlaşır. Değersizlik, fanilik ve ölüm, hayatın olumlu yönünü tamamıyla gölgeleyip tadını kaçırabilir. Buna beden ve maddi dünyanın dayattığı sınırlamalar nedeniyle tanrısal potansiyelimizi bütünüyle keşfetme yolundaki sonuçsuz çabalarımızın yol açtığı engellenmişlik duygusunu da eklemeliyiz.
Sorunun çözümünü bulmak için içe dönmemiz gerekir. Holotropik hallerin tekrar tekrar deneyimlenmesi, “bedenle sarmalanmış ego” olduğumuza dair inancı zayıflatır. Beden-ego ile özdeşleşmeye devam ederiz, ancak bu özdeşleşme daha esnek ve oyunsu bir hal alır. Gerçek kimliğimiz ve kozmik konumumuz da dahil olmak üzere varoluşun transpersonel yönleri hakkında deneysel bilgimiz olursa, gündelik yaşam daha kolay ve doyum verici bir hal alır. İçsel araştırmamız devam ettikçe er ya da geç tüm formların ardındaki temel boşluğu da keşfederiz. Budist öğretilerin söylediği gibi duyular dünyasının sanal doğasını ve boşluğunu bilmek, acıdan kurtulmamızı sağlayabilir. Bu öğretilere göre, yaşamın birbirinden ayrı varlıklardan oluştuğu inancı aslında bir yanılsamadır. Budist metinlerde tüm formların temeldeki boşluğunun farkındalığına ve varlıkların birbirinden ayrı olmayışına “anatta” ya da “ben-sizlik” denir.
Bir psikolog ve Vipassana Budist öğretmen olan Jack Kornfield, Tibetli ruhsal öğretmen Kalu Rinpoche ile olan görüşmesinde “anatta” kavramıyla ilk kez nasıl karşılaştığını anlatıyor. Bu önemli şahısla karşılaşmasından olabildiğince fazla şey öğrenebilmek için iştahlı bir çömez şevkiyle sorar: “Lütfen birkaç cümleyle Budist öğretinin özünü anlatabilir misiniz?” Kalu Rinpoche yanıtlar: “Elbette. Ancak bana inanmazsınız ve ne demek istediğimi anlamanız yıllar alabilir.” Jack nazikçe diretir: “Lütfen siz yine de söyleyin. Bilmek istiyorum.” Kalu Rinpoche’nin yanıtı kısa ve özdür: “Aslında yoksun.”
Transpersonel deneyimlerimizde keşfettiğimiz tanrısal doğamız ve bütün her şeyin temeldeki boşluğunun farkındalığı, gündelik yaşamın karmaşıklığıyla etkin bir şekilde baş etmemize yardımcı olacak çatının temellerini oluşturur. Maddi dünya deneyimini tam olarak yaşayabilir ve bize sunduklarının tamamının –doğanın güzelliği, insan ilişkileri, sevişmek, aile, sanat eserleri, spor, tatlılar ve sayısız diğer şeyler- tadını çıkarabiliriz.
Ancak ne yaparsak yapalım yaşam engeller, zorluklar, acı dolu deneyimler ve kayıplar getirecektir. Her şey sarpa sarıp dayanılamayacak duruma geldiğinde içsel yolculuğumuzda keşfettiğimiz, daha geniş olan, kozmik bakış açısına yönelebiliriz. Daha üst gerçekliklerle bağlantı, anatta’nın özgürleştirici bilgisi ve tüm formların ötesindeki boşluk, aksi halde katlanılmayacak olana dayanma olanağı verir. Bu aşkın farkındalık sayesinde tüm hayat yelpazesini ya da Zorba’nın dediği gibi “tüm felaketi” tam olarak deneyimleyebiliriz. Holotropik deneyimler aracılığıyla sistemli özkeşif, dünyanın duyularla algılanışını zenginleştirir, inceltir. Aldous Huxley buna William Blake’in bir şiirine atıfta bulunarak “algı kapılarının temizlenmesi” demiştir. Bu temizlik, bedenli varlıkla bağlantılı olan şuur içindeki tüm macera olasılıklarını bütünüyle takdir edip sürecin tadına varmamızı sağlar. Tat almadaki genel artış, mistik haller sırasında ve izleyen saatler ya da günlerde en çarpıcı haliyle yaşanır. Bu da genellikle çok yoğun bir deneyimdir. Tıpkı “damakta kalan tat” gibi. Bu mistik ilhamların yol açtığı haz ve zenginleşen yaşam niteliği her zaman bu kadar yoğun olarak devam etmese de daha hafif bir şekilde uzun süre etkisini sürdürebilir.
Yaşam deneyimi hilotropik şuur halleriyle sınırlı olan ve gerçeğin aşkın, hayret verici boyutlarını deneyimlememiş birisi, derinlere kök salmış ölüm korkusunu yenmekte ve yaşamda daha derin bir anlam bulmakta zorlanacaktır. Bu durumda gündelik davranışların çoğu hata içerisindeki egonun ihtiyaçlarıyla yönlenir ve yaşamın önemli bir kısmı olumsuz ve yapay bir şekilde geçer. Bu nedenle gündelik faaliyetlerin, aşkın gerçekliklere giriş sağlayan sistemli bir ruhsal uygulama yöntemiyle bütünlenmesi gerekir.
Kaynak : Kozmik Oyun - Stanislav Grof