Message
Gerçekliğin frekans görünümünü algılayabilmeyi içeren mistik olgulardan biri de aurayı ya da insanın enerji alanını görebilme yeteneğidir. İnsan bedeninin çevresinde, olağan insan algısının ötesinde yer alan süptil bir enerji alanı, bir tür hale benzeri ışık zarfı bulunduğu düşüncesi birçok antik gelenekte yer almaktadır. Hindistan’da, beş bin yıldan gerilere giden kutsal metinlerde, bu yaşam enerjisine prana adı verilmektedir. Çin’de MÖ üçüncü bin yıldan beri chi denilen bu enerjinin akupunktur meridyenleri boyunca akmakta olduğuna inanılır. MÖ altıncı yüzyılda ortaya çıkan mistik Yahudi felsefesi olan Kabala’da, bu yaşamsal ilkeye nifiş (nefish) denilmiş ve yumurta biçimli bir yanar döner kabarcığın tüm insan bedenlerini sarmakta olduğu öğretilmiştir. Yazar John White ve parapsikolog Stanley Krippner Future Science (Geleceğin Bilimi) adlı kitaplarında, auraya 97 farklı adla değinen 97 farklı kültürü sıralamışlardır.
Bu kültürlerden çoğu, ileri derecede spiritüel bireylerin auralarının, olağan insan algılarınca bile fark edilebilecek denli parlak olduğuna inanmaktadırlar; bu yüzden aralarında Hıristiyan, Çin, Japon, Tibet ve Mısır da bulunan pek çok gelenek, kutsal kişileri, başlarının çevresinde haleler ve diğer yuvarlak simgelerle betimlemişlerdir. Thurston, mucizeler üzerine yazdığı kitabında tüm bir bölümü, Katolik azizlere ilişkin bu tür ışıksal olaya ayırmıştır; Neumann ve Sai Baba’nın çevrelerinde de gözle görülebilir auralar bulunduğu sıklıkla bildirilmiştir. 1927’de ölen büyük Sufi mistiği Hazret İnayet Han’ın ise bazen güçlü bir ışık yaydığı ve insanların geceleri bu ışığın altında yazı okuyabildiği söylenir.
Bununla birlikte, olağan durumlarda insanın enerji alanı yalnızca bu konuda özellikle gelişmiş bir yeteneğe sahip olan bireylerce görülebilir. Bazı bireyler doğuştan bu yeteneğe sahiptir. Bazen bu yetenek, benim durumumda da olduğu gibi kişinin yaşamının belirli bir anında kendiliğinden ortaya çıkabilir. Bazılarında da, genellikle spiritüel nitelikteki bazı uygulamalar ve disiplinlerle geliştirilebilir. Kolumun çevresinde belirgin bir ışık bulutunu ilk gördüğümde bunu duman sanmış ve gömleğimi her nasılsa yakmış olup olmadığımı görebilmek için kolumu ileri doğru uzatmıştım. Kuşkusuz böyle bir şey yoktu, bu ışığın tüm bedenimi sardığını ve herkesin çevresinde de böyle bir ışık bulutunun biçimlenmiş olduğunu fark etmem ise fazla zamanımı almadı.
Bazı düşünce ekollerine göre insanın enerji alanının seçilebilir nitelikte bazı katları vardır. Ben bu alandaki katları göremiyorum ve bunun doğru olup olmadığına karar verebilecek bir temele de sahip değilim. Bu katların aslında üç boyutlu enerji bedenleri olduğu ve fiziksel bedenle aynı mekanda bulundukları, ancak aralarında sıra düzenine göre bir genişlik farkı olduğu için bedenin dışına taşan katlar biçiminde göründükleri söylenmektedir.
Birçok medyum yedi temel kat ya da süptil beden olduğunu ileri sürmektedirler; bu görüşe göre, bunlardan her birinin yoğunluğu bir öncekinden daha azdır ve giderek daha az görülebilir olmaktadır. Farklı düşünce ekolleri bu enerji bedenlere farklı adlar vermiştir. Genel terminolojiye göre ilk dördünün adı, eterik beden, astral ya da duygusal beden, zihinsel beden ve kozal ya da sezgisel bedendir. Genellikle, eterik bedenin fizik beden ölçülerine çok yakın bir enerjik kopya olduğuna ve fizik bedenin gelişimini yönlendirme ve şekillendirme işlevi gördüğüne inanılır. Diğer üç beden ise adlarının çağrıştırdığı gibi, duygusal, zihinsel ve sezgisel süreçlerle ilgilidir. Geri kalan diğer üç bedenin adlandırılması konusunda fikir birliği yoktur, bununla birlikte ortak kanı, bu üç bedenin ruhsal ve yüksek spiritüel işlevlerle ilgili olabileceği yolundadır.
Hint yoga edebiyatına ve psişik yetenekleri olan çoğu kimseye göre fiziksel bedenimizde de belirli bazı enerji merkezleri bulunmaktadır. Bu süptil enerji odakları fiziksel bedenimizdeki salgı bezleriyle ve ana sinir merkezleriyle bağlantılıdır ama aynı zamanda enerji alanına da uzanmaktadır. Tepeden bakıldığında, dönüp duran enerji girdaplarına benzedikleri için yoga edebiyatı bunlara, Sanskritçe “tekerlek” anlamına gelen “çakra” adını vermiştir, bu terim günümüzde de kullanılmaktadır.
Beynin en tepe noktasında bulunan ve önemli bir çakra olan tepe çakrası, ruhsal uyanışla bağlantılıdır; durugörüye sahip kişilerin tanımlanmasına göre, tepemizdeki enerji alanında dönüp duran ufak bir siklona benzemektedir ve bu, benim de açıkça görebildiğim tek çakradır. (Bu konudaki yeteneğim, diğer çakraları görebilmeme izin vermeyecek derecede olmalı.) Bu girdabın yüksekliği üç beş santimle otuz santim arasında değişmektedir. Kişiler neşeli bir ruh durumu içinde olduklarında bu enerji girdabı büyür ve parlar, dans ettiklerinde ise bir mum ışığı gibi aşağı yukarı ve iki yana sallanır. Havarilerden Luka’nın, Kutsal Ruh üzerlerine indiğinde havarilerin tepelerinde belirdiğini söylediği ve “Pentecost’ın alevi” diye tanımladığı şeyin bu olup olmadığını sık sık düşünürüm.
Kaynak : Holografik Evren - Michael Talbot