Message
Pribram, Yale’de, hatıraların beynin içinde dağıtılmış durumda olduğu fikrini kafasında evirip çevirmeyi sürdürdü ve düşündükçe bu konuya daha da çok aklı yattı. Ne de olsa, hastalık nedeniyle beyinlerinden parça alınmış tüm hastalar hiçbir zaman belirli anılarından yoksun kalmıyordu. Beyninden büyük bir parça alınan bir hastanın hafızası genellikle biraz bulanık oluyordu ama içlerinden hiçbiri ameliyattan herhangi bir belirgin hafıza kaybıyla çıkmamıştı. Yine aynı biçimde, araba kazasında ya da diğer kazalarda kafasından yaralanmış bir hasta hiçbir zaman ailesinin yarısını ya da okumuş olduğu bir romanın yarısını unutmuyordu. Hatta şakak loblarının Penfield’ın araştırmalarında en önemli öğe olan beynin o bölgesinin çıkartılmış olması bile kişinin hatıralarında herhangi bir boşluğa neden olmuyordu.
Kendi araştırmaları ve diğer araştırmacıların deneyleri sırasında beyni uyarılan –saralılar dışındaki- hastalarda Penfield bulgularının tekrarlanmaması da Pribram’ın bu görüşünü pekiştiriyordu. Penfield bile, saralı olmayan hastalarda bu sonuçları yinelemeyi başaramamıştı.
Anıların beynin içine yayılmış olduğu yolundaki giderek artan kanıtlara karşın Pribram, beynin böylesi sihirli bir beceriyi nasıl olup da başarabildiğini yine de anlayamıyordu. Sonra, 1960’ın ortalarında, Scientific American dergisinde okuduğu bir makale onu şimşek gibi çarptı. Bu makale, bir hologram düzeninin nasıl kurulduğunu anlatıyordu. Şaşırtıcı olan yalnızca holografi kavramının kendisi değildi, aynı zamanda Pribram’ın çözmeye çalışıp durduğu bilmeceye bir çözüm de sağlıyordu.
Pribram’ın neden bu denli heyecanlanmış olduğunu anlamak için hologramlar konusunda biraz daha bilgilenmek gerekir. Holografinin ortaya çıkmasına neden olan şey girişim diye tanımlanan bir olgudur. İki ya da daha çok dalga –tıpkı su dalgaları gibi- birbiri içine geçtiğinde oluşan çapraz çizgili desene “girişim” denir. Örneğin bir havuza bir çakıltaşı attığınızda suda bir dizi eş merkezli dalga oluşur ve bunlar kendi dışlarına doğru yayılır. Eğer havuza iki taş atacak olursanız iki dizi dalganın yayılıp birbirinin içinden geçtiğini görebilirsiniz. Böyle bir çarpışmanın neden olduğu dalga sırtları ve çukurlarından oluşan karmaşık düzenleme, bir girişim desenidir.
Dalga benzeri her olay ışık ve radyo dalgaları da dahil bir girişim deseni yaratabilir. Lazer ışını son derece saf, birbiriyle uyumlu bir ışık türü olduğu için girişim desenleri yaratma konusunda özellikle başarılıdır. Deyim yerindeyse lazer, kusursuz bir çakıl ve kusursuz bir havuz oluşturur. Sonuçta, bugün bildiğimiz hologramlar ancak lazerin bulunuşundan sonra oluşturulabilmişlerdir.
Bir hologram, tek bir lazer ışınının iki ayrı ışına ayrılmasıyla oluşur. İlk ışın, fotoğrafı çekilecek nesneden sektirilir. Sonra ikinci ışın, ilkinin yansıyan ışığıyla çarpıştırılır. Bu durumda ortaya çıkan girişim deseni daha sonra bir film parçasına kaydedilir.
Normal fotoğrafların tersine, holografik bir film parçasının her ufak parçası, bütünü üzerine kaydedilmiş tüm bilgileri kapsamaktadır.
Pribram’ı böylesine heyecanlandıran şey de işte hologramın bu özelliğiydi; çünkü hatıraların beyinde belirli bir yerde olmayıp da tüm beynin içine nasıl olup da dağılmış bulunduğuna bir yanıt getiriyordu sonunda. Eğer bir holografik filmin her bir parçası, bütün bir imge yaratabilmek için gereken tüm bilgiyi kapsıyorsa, beynin her parçasının da yine aynı biçimde tüm bir hafızayı hatırlayabilmek için gerekli olan tüm enformasyonu içermesi mümkündür.
Kaynak : Holografik Evren - Michael Talbot