Message
Bir Seylanlı yerlinin başının üstünde, saçlarına ve etine bastırılan kor halindeki bir demir çanağın enerjisinin nereye gittiğini kavrayabilmek, daha önce izlediğimiz PK örneklerinde açığa çıkan enerjinin nereye gittiğini kavrayabilmek kadar güçtür. Ama eğer bilinç doğrudan saklı düzenle ilişkiye geçebiliyorsa, bu daha anlaşılabilir olacaktır. Yine de bu olgunun, gerçeklik çerçevesinde işleyen henüz keşfedilmemiş bir enerji ya da fizik yasasına (örneğin, belirli bir tür yalıtılmış güç alanına) bağlı olmaktan ziyade, çok daha temel bir düzeyde gerçekleşen ve hem fizik evreni hem de fizik kanunlarını yaratan süreçlerin de karıştığı bir faaliyetten kaynaklandığı sonucu çıkmaktadır.
Başka bir açıdan bakılacak olursa bilincin, bir gerçeklik düzeyinden diğerine geçebilme yeteneği bize, örneğin genellikle çiğnenmez bir yasa olan ateşin insan etini yaktığı yasasının kozmik bilgisayardaki programlardan yalnızca biri olabileceğini ama sayısız kez yinelenmiş bir program olduğu için doğanın alışkanlıklarından biri haline gelmiş bulunduğunu düşündürmektedir. Daha önce de değinildiği gibi holografik düşünceye göre madde de bir tür alışkanlıktır ve tıpkı bir kaynaktan sürekli olarak akan suların onu yeniden ve yeniden biçimlendirmesi gibi madde de saklı düzenden sürekli olarak yeniden doğmaktadır. Peat, bu sürecin yineleyici yapısından şaka yollu, evrenin nevrozlarından biri diye söz etmektedir. “Eğer bir nevrozunuz varsa, yaşamınız boyunca aynı motifi ya da aynı hareketi yineler durursunuz; sanki belleğinize böyle bir anı yerleşmiştir ve bu davranışların o anıyla çok yakın ilişkisi var gibidir” demektedir, “Ben masa ve iskemle gibi şeyleri de birer alışkanlık olarak görme eğilimindeyim. Onlar da bir tür maddesel nevroz, bir yineleme gibidirler. Ancak burada daha gizemli bir oluşum söz konusudur, sürekli bir gizlenme ve ortaya çıkma durumu vardır. Bu anlamda, masa ve sandalye bu sürekli değişimin alışkanlıklarından yalnızca ikisidir ama biz ne kadar, sadece alışkanlığı görme eğiliminde olursak olalım, bu sürekli değişim gerçekliğin ta kendisidir.
Gerçekten, evrenin ve onu yöneten fizik yasalarının da bu sürekli değişimin ürünleri olduğu düşünülecek olursa, bunların tümüne alışkanlık gözüyle bakabiliriz. Bunların holoeylem içinde kökleşmiş alışkanlıklar olduğu açıklığa kavuşmuştur ancak, ateşe karşı bağışıklık gibi normalüstü yetenekler, gerçekliği yöneten bazı kuralların görünüşteki sürekliliklerine karşın, en azından bir süre için askıya alınabileceğine işaret etmektedir. Bunun anlamı, fizik yasalarının taş gibi durağan olmayıp, daha çok Shainberg’in burgaçlarına, holoeylem içine saplanmış alışkanlıklarımızdan ve düşüncelerimizde derin birer saplantı halini almış kanılarımızdan oluşan ve bu denli büyük bir eylemsizlik gücüyle dönüp duran girdaplara benzemekte oluşudur.
Grof’un değiştirilmiş bilinç hallerine başvurmak suretiyle saklı düzende bu gibi değişiklikler yapılabileceği yolundaki önermesi, ateşe karşı bağışıklık durumunun yoğunlaşmış inanç ve dinsel coşku yardımıyla ulaştığı titreşim düzeyi ile de kanıtlanmaktadır. Bir önceki bölümde biçimlenmeye başlayan konu ve taşıdığı mesaj giderek daha açıklığa kavuşuyor: İnançlarımıza karşı yapılan saldırı ne denli derin ve denli duygusal yoğunlukta bir tepki yaratırsa, bedenimizde ve dışımızdaki gerçeklikte oluşturacağımız değişiklikler de o denli büyük olmaktadır.
Bu noktada şunu sorabiliriz: Eğer bilinç özel şartlarda böylesi olağandışı başkalaşımlar yapabiliyorsa, bizim gündelik gerçekliğimizin yaratılmasındaki rolü nedir? Bu konudaki görüşler oldukça çeşitlidir. Özel konuşmalarında Bohm, evrenin tümüyle “düşünce”den ibaret olduğunu ve gerçekliğin yalnızca düşündüklerimizde var olduğuna inandığını kabul etmektedir. Ancak yine de, mucize olayları konusunda yorumda bulunmamayı yeğlemektedir. Pribram da aynı biçimde, belirli olaylar hakkında yorum yapmakta çekingen davranmaktadır, ancak birkaç farklı potansiyel gerçekliğin var olduğuna ve bilincin bunlardan hangisinin ortaya çıkacağında belirli bir seçme özgürlüğüne sahip olduğuna inanmaktadır. “Akla gelen her şey mümkündür demek istemiyorum” diyor, “ama anlamadığımız birçok dünya var orada.”
Mucizelere yıllarca kişisel olarak tanık olan Watson ise daha geniş düşünmektedir. “Gerçekliğin büyük ölçüde imajinasyonun yapılandırdığı bir şey olduğundan kuşkum kalmadı. Bir parçacık fizikçisi olarak ya da bu disiplin sınırlarında neler olup bittiğinin tümüyle farkında olan birisi olarak konuşmuyorum. Ama çevremizdeki dünyayı oldukça köktenci yöntemlerle değiştirebilme yetisine sahip olduğumuzu düşünüyorum.” (Bir zamanlar holografik düşüncenin coşkulu bir yandaşı olan Watson, artık fizikte şu anda geçerli olan hiçbir kuramın zihnin normalüstü yetilerini gereği gibi açıklayabileceğine inanmamaktadır.)
Irvine’deki Kaliforniya Üniversitesi’nde psikiyatri ve felsefe profesörü olan Gordon Globus, aynı yönde ama farklı bir düşünceye sahip. Globus, holografik kuramın, zihnin saklı düzenden çıkarttığı hammaddeyle somut gerçekliği kurmakta olduğu önermesinin doğru olduğuna inanıyor. Bununla birlikte Globus, Yaqui Kızılderilisi bir şaman olan Don Juan ile birlikte yaşadığı öte dünya deneyimleriyle artık ünlenmiş olan antropolog Carlos Castaneda’dan büyük ölçüde etkilenmiş durumdadır. Globus, Pribram’a kesin bir karşıtlık içinde, Castaneda’nın Don Juan’ın eğitimi altında deneyimlediği “birbirinden ayrı gerçekliklerin” sahip olduğu, görünüşe göre bitmez tükenmez donanımın –ve gerçekten de aynı biçimde engin bir donanıma sahip olan sıradan rüyalarımız sırasında deneyimlediğimiz gerçekliklerin- saklı düzen içinde sonsuz bir gizli gerçekliği barındırmakta olduğuna işaret ettiğine inanmaktadır. Dahası beynin, gündelik gerçekliğimizi oluşturmak için kullandığı holografik mekanizmayla, rüyalarımızı oluşturmak için kullandığı mekanizma ve Castaneda benzeri değiştirilmiş bilinç halleri sırasında deneyimlemiş olduğumuz gerçeklikleri oluşturan mekanizma hep aynıdır; Globus bu üç tip gerçekliğin de temelde aynı olduğu inancındadır.
Kaynak : Holografik Evren - Michael Talbot