Message
Madde olarak adlandırdığımız cisme dönüşmüş şeylerin ve Newton’dan beri tüm fizikçilerin yaratılıştan olduğunu söylediği kütlenin, sadece bir illüzyon olduğuydu. Olan herşey bir objeyi ittiğinizde, onu oluşturan parçacıkların arka planda bulunan bu enerji denizinde verdiği ters hızlanma tepkisiydi. Kütle onların gözünde bir kitaplık, daha genel olan vakum reaksiyonu etkisinde bir şeyleri koymak için gerekli bir yer gibiydi.
Hal ve Bernie, buldukları şeyin ayrıca Einstein’ın ünlü formülü E=mc2’yle de bağlantılı olduğunu fark ettiler. Bu denklem her zaman, enerjinin (evrenin içinde bulunan belirli fiziksel bir varlık) kütleye (başka belirli bir varlığa) dönüştüğünü söylüyordu. Şimdi kütlenin enerjiyle ilişkisinin daha çok Sıfır Noktası titreşiminin elektron ve kuarklarla etkileşimi sonucu olduğunu görebiliyorlardı. Varmak üzere oldukları fiziğin tarafsız lisanıyla fiziğin temel özelliğinde neyin önemli olduğuydu. Einstein’ın denklemi kütlenin ortaya çıkabilmesi için gerekli olan enerjinin yaratımının basit bir reçetesiydi. Demek istediği şuydu ki, ortada –biri maddeleşmiş, diğeri maddeleşmemiş- iki tane fiziksel varlık yoktu, sadece tek bir şey vardı enerji. Ne kadar yoğun, ne kadar ağır, ne kadar büyük olduğu hiç önemli olmadan dünyamızdaki her şey, elinizde tuttuğunuz her şey, en temel noktasında elektrik yüklerinin birleşiminde kaynamaya başlamaları ve arka planda bulunan elektromanyetizma ve diğer alanların yarattığı denizde bir çeşit elektromanyetik çekim gücü oluşturmasındandı. Daha sonra yazdıkları gibi kütle enerjiye eşit değildi; kütle enerjiydi. Ya da daha derinde ve temelde, kütle yoktu. Sadece yük vardı.
Profesyonel çalışmalarda, Hal tutucu fizik teoremlerine göre hareket etmek konusunda çok titizdi. Ama yine de geri planda olan enerji denizinin metafiziksel etkilerini anlamaya başlamıştı. Eğer madde durağansa, ama geri plandaki yerde, enerji denizi mevcutsa, o zaman bunu, üzerine tutarlı kayıtlar yazılabilecek boş bir matriks olarak almak mümkündü. Özellikle de Sıfır Noktası Alanı evrende olmuş olan her şeyi dalgalardaki karışık kodlamayla kaydetmekteydi. Bu çeşit bir bilgi alan yapılarında ve tutarlı parçacıklarda göz önünde bulundurulabilirdi. Ama aynı zamanda mümkün bilgi yapılarında da yükselen bir merdiven olabilirdi ve belki de yaşayan varlıkların etrafındaki tutarlı alanlar ve hatta cansız varlıkların biyokimyasal olmayan hafızaları evrene kaydoluyordu. Hatta niyete ve isteğe bağlı olarak bu titreşimleri organize etmek mümkün bile olabilirdi. Clarke’ın da yazdığı gibi “Buna çok küçük bir yerden geçmiş bile olabiliriz; şimdi ünlü mühendislerin birçok deneysel cihazının çıkardığı sonuçlarda ‘birliğin ötesi’ diye kaydedilen bile bu olabilir”.
Bernie gibi Hal de sadece zihnin onu yönetmesine izin vermeyen ilk ve son fizik bilimciydi, ama kendine spekülasyon yapmak için izin verdiği birkaç dakikada, bunun evrenin birliğinden başka hiçbir şeyi ifade etmediğini fark etti. Bu evrende her şeyin birbirleriyle bağlı ve etkileşim içinde olduğunu göstermekteydi. Evrenin geçmişi, bilgiler dokusuna kaydedildiğine göre, yine ondan öğrenilebilirdi. Alan, evrenin gerçek geçerliliğinin –durağanlığının gerçek sebebinin- enerji değişimi olduğunu gösteriyordu. Eğer hepimiz Alan’da birbirimize bağlıysak, o zaman bu kocaman bilgi enerjisinin içine girmek ve aranan bilgiyi ondan almak da mümkündü. Bu kadar büyük bir enerji bankasıyla sanal olarak her şey mümkündü tabii eğer insanoğlu buna ulaşabilecek kuantum yapıya sahipse. Ama arada yolu tıkayan bir şey vardı. Bunun için bedenlerimiz kuantum dünyasının yasalarına göre işlem görmeliydi.
Kaynak : Alan - Evrenin Gizli Gücü - Lynne McTaggart