Message
Ruslar duru görünün, elektromanyetik dalgaların en düşük titreşimlerinde (ELF) mümkün olabileceğini belirlemişlerdi. Bu tanımdaki en büyük sorun, uzaktan görüntülemeyi yapan kişilerin görüntüleri hareketli bir film gibi, sanki kendileri de orada görüntünün içindeymiş gibi görmeleriydi. Bu da fenomenin ELF titreşimlerin ötesinde bir yerde olduğunu göstermekteydi. Dahası, radyo dalgalarını bile bloke eden çift katlı bakır kaplaması yapılmış bir odada bile görüntülemeyi yapan kişiler, kilometrelerce uzaklıktaki görüntüleri detaylı bir şekilde seçebilmeyi başarmışlardı.
Puthoff, Kanada’dan International Hydrodynamics Company tarafından yapılmış beş kişilik minik bir denizaltı olan Taurus denizaltısında EFL hipotezini test etmek için iki çalışma düzenledi. Deniz suyunun birkeç feet derinliklerinin tüm frekanslara kalkan oluşturduğu, ama sadece en düşük frekanstakilere bir etkisi olmadığı bilinmekteydi. Genelde Hammid ya da Price, uzaktan görüntüleyici deniz altının içinde, su yüzeyinin 170 metre altında Kuzey California yakınlarında bulunan Catalina Adası yakınlarında seyahat ederken, Hal ve devletten bir gözlemci San Francisco yakınlarından bir hedef seçtiler. Belirlenen saatte hedef bölgeye gittiler ve orada 15 dakika kaldılar. Bu sırada Hammid ya da Price, ortağının 500 mil uzakta bakmakta olduğu görüntüyü tarif etmeye ve detaylı bir şekilde çizmeye çalıştı.
Her ikisi de hedef bölgeyi doğru tanımladılar: Portola Vadisinde bir yükseltinin üzerinde bir ağaç ve Mountain View’da bir alışveriş merkezi. Bu iletişimde kanal olmanın elektromanyetik dalgalarla, hatta düşük frekanslarla bile bir ilişiği olmadığını göstermekteydi. Çok düşük olan 10Hz beyin dalgaları bile 170 metre derinliğindeki suda bloke edilecekti. Bloke edilemeyecek tek dalga şekli kuantum etkisiydi. Her obje Sıfır Noktası Alanı emdiğinden ve geri titreştirdiğinden, bilgi su kalkanının diğer tarafında yansıyabilecekti.
Puhoff ve Targ uzaktan görüntülemenin temel özellikleri hakkında bazı ipuçlarına sahipti. Önce, her bir SRI uzaktan görüntüleyicisinin kendine has bir yolu vardı. Benzetme bir insanın diğer kavramlarıyla birleştiriyor gibi gözükmekteydi; uzaktan görüntüleme yapan kişinin algıları ayrıca kendi hislerini de yansıtmaktaydı. Biri bir bölgeyi haritasal olarak göstermekte ve mimari topografik özelliklerini tarif etmekte daha başarılı olabilirdi; diğeri hedefin hissine odaklanabilirdi; başka biri hedefi inceleyen kişinin hislerine yoğunlaşabilir ve ne hissettiğini, ne gördüğünü söyleyebilirdi, sanki kendisi onun gözlerinden görüyor ve onun hisleriyle hissediyor gibi. Uzaktan görüntüleme yapanların çoğu sanki kendileri de oradaymış gibi gerçek zamanlı anlatımlar yaptılar ve hedef bölgeyi orada inceleme yapan kişinin bakış açısıyla gördüler. Hal Kosta Rika’da yüzerken görüntüyü onun gözlerinden gördüler; eğer hedefe bakması gereken yerde başka bir şey dikkatini çektiyse, onların da gördüğü o oldu. Sanki iki insanın hislerini aynı anda deneyimliyorlardı –hem kendi hem de diğer insanın hislerini-.
Sinyaller sanki düşük frekanslı bir kanaldan gelmekteydi. Deneylerdeki bilgiler parçalar halinde ve genellikle büyük bir mükemmellikle gelmekteydi. Temel bilgi net gelmiş olmasına rağmen, bazen detaylar bulanık olabilmekteydi. Görüntüler terse dönmüş gibiydi bu yüzden deneyi yapan kişi hedefi aynı bir aynadan görüyormuş gibi tersten görmekteydi. Targ ve Puthoff bunun görsel korteksle bir ilgisi olup olmadığını merak ettiler. Genel kanı korteksin görüntüyü ters aldığı ve beynin bunu işlemden geçirerek yine terse çevirdiğiydi. Bu durumda görüntü gözle görülmemekteydi, ama yine de beyin, düzeltme eylemini yerine getirmekteydi. Bu sıradan beyin faaliyetlerinin bittiği noktaydı. Uzaktan görüntülemeyi yapanların çoğu, kontrolcüleri o şekilde istediğinde görüş açılarını değiştirmeyi başarabilmişler, böylece de isteyerek yüksekliklerini, açılarını değiştirip aynı zoom yaparken bir kameranın yaklaştığı gibi yaklaşmışlardı. Pat’in gizli Pentagon bölgesindeki ilk uzaktan görüntülemesinde, 450 mt yükseklikten incelemeye başlamış, daha sonra bölgeye daha yaklaşarak devam etmişti.
Uzaktan görüntülemeyi yapan kişinin yapabileceği en kötü şey gördüklerini analiz etmeye çalışmasıydı. Bu bilgiler akarken onları renklendirmeye çalışmaya benziyordu ve genelde yanlış tahminde bulunuyorlardı. Bu tahmine dayanarak hedef bölge hakkında gördüklerine eklemeler yapabiliyordu. Eğer bir görüntüleyici bir şato gördüğünü düşündüyse, bunun etrafını çevreleyen bir hendek aramaya başlıyordu. Beklentisi ya da hayal gücü kanalın diğer ucundaki bölgeyi algılamasını kesiyordu. Bilginin holistik görüntü yansımaları olarak geldiğine dair hiçbir şüphe yoktu. PEAR ve Braud tarafından üzerinde çalışılan fenomene göre bu duyu beynin alt bilincinde ve analitik olmayan bölgesinde gerçekleşmekteydi. Dunne ve Jahn’ın REG makinelerinde bulduğu gibi sol beyin Alanın düşmanıydı.
Uzaktan görüntüleyiciler bitirdiklerinde bunalmış oluyorlardı ve buraya, şu ana döndüklerinde duyusal olarak çok yüklü oluyorlardı. Sanki süper bir bilince girmiş gibiydiler ve onun içinden çıktıklarında dünya daha yoğun geliyordu. Gökyüzü daha mavi, sesler daha yüksek, her şey daha mükemmel bir gerçeklikteydi. Sanki bu sinyallere uyumlandıklarında, tüm algıları maksimuma çıkıyordu. Dünyaya tekrar geri döndüklerinde sıradan sinyaller onları görüntü ve ses bombardımanına tutuyordu.
Hal uzaktan görüntülemenin nasıl mümkün olabileceğini düşünmeye başladı. Ortaya bir teori koymak niyetinde değildi. Birçok bilim adamı gibi karışık spekülasyonları o da sevmiyordu. Ama farkındalığın bazı seviyelerinde dünyadaki her şeye dair bilgiye sahip olduğumuz hiç şüphe taşımamaktaydı. İnsan varlığının her zaman önemli olmadığı çok açıktı. Bir dizi koordinat bile bizi oraya taşıyabilirdi. Eğer uzaktaki yerleri hemen görebiliyorsak, bunun bir kuantum yersizlik etkisi olduğunu söylemek tartışılabilirdi. İnsanlar çalışarak beyinlerinin görüntüleme mekanizmalarını genişletebilirler ve Sıfır Noktası Alanında mevcut olan inanılmaz genişlikteki bilgilere ulaşabilirlerdi. Bu çok büyük şifre, sürekli olarak evrendeki tüm atomlarla işleniyor ve dünyadaki tüm bilgileri barındırıyordu –her görüntü, ses ve kokuyu-. Uzaktan görüntüleyiciler belirli bir görüntü gördüklerinde, aslında bu görüntüler zihinleri tarafından alınmıyordu. Onların gördükleri gezici eşlerinin kuantum titreşimleriyle kaydettikleri bilgiydi. Alanda var olan bilgiyi almaktaydılar. Bir şekilde Alan, evrenin tamamını içimizde taşımamıza izin vermekteydi. Uzaktan görüntülemede iyi olanların gördüğü, diğerlerine görünmez olan şeyler değildi. Yaptıkları tek şey tüm diğer bölücülerin daha derinine kazmaktı.
Her kuantum parçacık, çok derinden bir kuantum seviyesinde dünyayı dalgalara kaydettiğinden, dünyadaki görüntüleri her saniye taşıdığından, görüntüye dair herhangi bir şey –harita koordinatları, hedef bir bölge- muhtemelen yön gösterici fener gibi işlev gösterebiliyordu. Uzaktan görüntüleyici hedef kişiden sinyalleri alıyordu ve bu alınan sinyaller kuantum seviyesinde bir görüntü içermekteydi. Herkes ve Pat ve Price gibi deneyimli ve özel yetenekli olanlar bu bilgiyi mükemmel bir şekilde, tersinden ya da tamamlanmış görüntüler olarak aldığında bu alıcının yanlış olduğunu düşündürtebilirdi. Ama bunun sebebi bilginin alt bilinç tarafından alınıyor olmasıydı. Bilgi buradan alındığından, bunu sanki rüya alanındaymışız gibi, bir anı, ani bir görü gibi alıyorduk –bir görüntünün aniden belirmesi, bir bütünün bir parçası-. Price’ın Rus bölgesindeki ve Swann’ın Jüpiter’deki başarıları bir harita gibi herhangi bir anımsatıcının asıl bölgeye yönlendirme yaptığını gösteriyordu. Geri zekalı bir bilim adamının bir dakikada mümkün olmayacak matematiksel hesaplamalar yapabilmesi gibi, belki de Sıfır Noktası Alanı fiziksel evrenin tüm bilgilerini ulaşmamızı mümkün kılacak bir şekilde içimizde barındırıyordu ve bazı belirli durumlarda biz dalga boylarımızı genişletiyor ve bu bilginin bir kısmını alıyorduk.
Kaynak : Alan - Evrenin Gizli Gücü - Lynne McTaggart