Message
Sinir hücreleri, önce bulunduğu sinir sisteminin diğer hücrelerine, daha sonra kalp, akciğerler, böbrekler, mide-barsaklar ve diğer organlara elektrik enerjisi göndererek sürekli uyarıp çalıştırırlar ve sağlıklı tutmaya çalışırlar. İşte her bir organ ve vücut kısmı aldıkları bu elektrik enerjisinin gücü sayesinde kendilerine özgü bir frekans ile görevlerini yerine getirirler. Dolayısıyla temelde elektrik enerjisine dayalı olan bu çalışma frekanslarına göre de her bir organın bu çalışması sırasında etrafa yaydığı elektriksel bir yayılımı olmaktadır. Örneğin beyindeki elektriksel aktivite Elektroensefalografi aleti (Beyin elektrosu), kalpteki elektriki aktivite ise Elektrokardiyografi aleti (Kalp elektrosu) ile, kasların kasılması sırasında oluşan elektrik aktivitesi ise ElektromiyOgrafi aleti ile saptanabilmektedir. Bu aletler mikrovolt değerindeki ve organlara ait olan bu elektriki aktiviteyi alıp kuvvetlendirmekte (amplifikatör ile) ve kaydedilebilir seviyeye getirmektedirler. Beyin ve kalpte olduğu gibi her bir organın da kendine özgü böyle bir elektrik aktivitesi vardır. Fakat şimdiki teknik imkanlarla her bir organa özgü farklı frekanslı ve çok küçük voltajlı olan bu aktiviteleri kaydedemiyoruz.
Sinir sisteminde haberleşme sistemi, kimyasal bir reaksiyonun elektrik enerjisine dönüşmesi ve bu elektrik enerjisinin birer elektrik kablosu olarak tanımlayacağımız sinir telleri üzerinden elektrik akımı şeklinde iletilmesi ile gerçekleşmekte demiştik. Haberleşmede temel kural, elektrik akımının oluştuğu sinir hücresi tipine göre ve dolayısıyla elektrik tellerinin özelliğine göre ya hızlandırıcı-uyarıcı veya yavaşlatıcı-sakinleştirici etki oluşmasıdır. Sinir sisteminde oluşan emirler bu elektrik kabloları aracılığı ile vücudun her yerine, iç organlara ve damarlar ile salgı hücrelerine iletilir. İç organlar, damarlar, kemikler, deri ve salgı hücrelerinde ise çok daha az miktarda yine elektrik enerjisi bulunmaktadır. Yani başımızın tepesinden ayakucumuza kadar dışımız, deri hücrelerimiz ve tüm içimizdeki iç organ, damarlar, göğüs ve karnımızdaki zarlarımızın hücreleri sürekli olarak elektriksel bir faaliyetin içindedirler. Her bir organın mademki elektriki özellikleri var, aynı organların birlikte toplam magnetik alanları ve tüm bu organların toplam magnetik alanlarının birlikteliği ile de vücudun manyetik alanı oluşmaktadır.
Tüm canlılarda bu elektrik enerjisi olduğuna göre, mikroplardan insanlara kadar yaşayan her canlı vücudunun çevresinde kendine özgü kişisel ve dengeli ve belirli bir frekansta olan doğal bir manyetik yük ve bir alan oluşur. Bu alan, vücudun sağ ve solunda simetrik bir özellikle yer almıştır. Kadın yumurtası ile erkek sperminin ilk birleşme anından itibaren embriyo hücresinin etrafında oluşan bu alanın, hücre bölünmesi ile oluşan yeni hücrelerin vücudu simetrik iki yanından oluşturmak üzere dizilmelerini sağlayan kuvvetlerden biri olduğu ileri sürülmektedir.
Yapılan ölçümlerde canlıların vücutlarının çevresinde bulunan bu manyetik alanın gücünün her milimetre karelik bir dokudaki hücrelerin toplam için 10 ile 100 milivolt kadar olduğu bulunmuştur. Vücudun etrafında olan manyetik alan, vücutta bulunan elektrik enerjisi ile sürekli ve karşılıklı bir etkileşim halindedir. Sinir sistemimiz ve iç organlarımızın elektrik enerjileri sağlıklı ise, manyetik alanımızı da olumlu, sağlıksız ise olumsuz olarak etkiler. Aynı şekilde vücudun etrafındaki manyetik alanın dengeli olup olmayışı da vücudumuzu ve iç organlarımızı olumlu veya olumsuz yönde etkileyecektir.
Her canlıda olduğu gibi cansız diye tanımladığımız maddelerde ve eşyalarda da canlılardakinden çok daha az miktarda, farklı frekanslarda ve farklı güçlerde birer manyetik alan bulunmaktadır.
Biliyoruz ki elektrik enerjisi ile çalışan bir çok sistem ve aletler [elektrikli tüm aletler, enerji nakil hatları ve trafo istasyonları, elektrikli trenler, TV, bilgisayar ekranları, indüksiyon fırınları ve indiksiyon kaynak makineleri, flüoresan ve halojen lambalar, radyo, televizyon ve telsiz verici istasyonlarının antenleri, radar sistemleri (sürekli ve darbeli), uydu iletişim sistemleri, tedavide kullanılan elektriksel tıbbi cihazlar, mikrodalga fırınları, sanayide RF frekansında çalışan çeşitli sistemler, GSM haberleşme sistemi birimleri olan temel baz istasyonu anteni ve cep telefonu anteni] elektromanyetik enerji yayarlar. Bu alan, her bir canlı vücudu için bir nevi kod numarası gibidir ve kişiye özgü bir frekansa ve yayılma hattına sahiptir. Bu durumu her bir cep telefonunun bir numarası olmasına ve başkaları ile karışmamasına benzetebiliriz. Dolayısıyla insan, hayvan veya bitki her bir canlı, yaratılışına bağlı olan bu kod numarası nedeniyle Dünya’da tektir. Bu benzetmeye göre de her bir yaratılmış, kozmik bir bilgisayara bağlıdır ve bu bilgisayar ile de bu kod numarasına göre sürekli bir iletişim halindedir.
Dünya'nın şimdiye kadar belirlenen tabakalarına bakacak olursak. en içte çekirdek ve dış mantonun altında akışkan halde demir tabaka bulunur. Özellikle demir tabakasının etkisi ile de vücuttaki gibi dünyanın etrafında da manyetik bir alan bulunmaktadır. Bu alan, dünyayı güneşten gelen ve proton ve elektronlardan oluşup Güneş rüzgârları denilen radyasyondan, zararlı kozmik ışınlardan ve göktaşlarından korur. Bu alanın yönü kuzey ile güney kutbu arasındadır. Bilimsel araştırmalarla, dünyanın kutuplarının yaklaşık 7.000 yıllık dönemlerle değiştiği, dolayısıyla da dünyanın magnetik alanının da değişmekte olduğu belirtilmektedir. Bu değişim ile birlikte de dünya'nın dönüş yönü de değişmekte ve dönüş yönü doğudan batıya olmaktadır. Bu nedenle de Kur'an'da tek doğu ve tek batı denmemektedir (Saffat-5: O, hem göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi, hem de doğuların Rabbi'dir. Rahman-17: O, iki doğunun ve iki batının Rabbidir. Meariç-40: Artık o doğuların ve batıların Rabbi için yemine ne hacet; şüphesiz ki, Bizim elbette gücümüz yeter.)
Yine Kuran’da dünyanın uçlarından eksiltilmekte olduğu da açıklanmaktadır (Enbiya-44: Fakat şimdi görmüyorlar mı ki, yeryüzünü etrafından/uçlarından/kenarlarından yavaşça eksiltip duruyoruz?). MÖ-443 yıllarında yaşayan Herodot da, yaptığı incelemelerde 11.000 yıl önce dünya ekseninin yer değiştirmiş olduğunu ve Güneş’in batıdan doğduğunu belirtmişti. Bu tarih, Atlantis’in sulara gömülmesiyle aynı zamana rastlamaktadır.
Kaynak : Din ve Beyin - Prof.Dr.Gazi Özdemir