Message
“ALLÂH” denilen sonsuz-sınırsız varlığın dışında ikinci bir varlık yoktur gerçekte!
Sınırı olmadığı için de bu varlığın dışından asla söz edilemez!..
Bu sonsuz-sınırsız varlık, bir yönü ile “Câmi”, yani bütün mânâları cem etmiş, kendinde bulunduran; bir yönü ile “Muhiyt” yani, bütün mânâları ihâta eden, kapsayan bir varlık olması neticesinde, kendinde mevcut olan bütün mânâları, gene kendi, kendi ilminde seyreder.
O’nun içinde başka varlıklar mevcut değildir; ve kendinden başka bir varlık meydana gelmemiştir... Çünkü;
“Doğurmamıştır”!..
“Doğurulmamıştır”!..
Yani, O’ndan meydana gelen ikinci bir varlık söz konusu değildir.
“Sadece Allâh var ve O’nunla beraber hiçbir şey yok!.. El an böyledir!”
Yani “An”, bu bahsedilen “An”dır. Zaman, mekân, madde, uzay gibi kavramlar hep beş duyuya GÖRE var kabul edilen şeylerdir.
Oysa bu boyuttaki zaman, “an”ın sürekliliğidir! Diğer bir deyişle zaman kavramı bu boyutta geçersizdir!
Bunlar hep, sonsuz ve sınırsız varlığın kendindeki mânâları seyri durumunu anlatan hususlardır...
Göz boyutundan çıkıp, gözün algılama kapasitesini aşıp da, bilimsel ve düşünsel olarak yaklaşabilirsek...
Varlık âleminin; algılayamadığımız alt boyutlarında, santimetrenin milyarda biri kadarlık dalga boylarından, kilometrelerce uzunluğundaki dalga boylarına kadar, sayısız fakat her biri, bir mânâ ifade eden dalga boylarından oluşan bir yapı olduğunu fark ederiz. Bu yaratılmışlar boyutudur. “Efâl” âlemidir!..
Bunların her biri kendine has mânâlar ihtiva eder. Bu mânâlar, kendilerini algılayacak yapılar tarafından algılanır. Algılayamayacaklar tarafından da “gayb” hükmü ile gizli kalırlar!.. Bu “mutlak gayb” değil, “muzaf gayb”dır!.. Yani, “göresel gayb”...
Biz, özümüzü ne kadar tanıyabilirsek, ne kadar beş duyu ve beden kaydından soyutlanıp, orijinimizi derinliklerimizde bulup, tanıyıp, değerlendirebilirsek, o oranda varlıktaki gaybî mânâları çözmeye başlarız.
Öte yandan bu mânâları gerçekte seyreden ise, biz değil, mutlak varlıktır!
Gerçekte bu seyir, “TEK’in SEYRİ”dir!
Tek bir “an”lık seyirdir bu!
“An”dan sonra an, “dem”den sonra dem vardır sanmayalım!
“An”, Tek’tir!.. “Dem”, Tek!..
O “an”, Tek “dem”! Amma... Değerlendirebilecek olan “saflaşmış bilinç” noktasında kendimizi bulabilirsek!
Dedik ki;
“Kendindeki sayısız mânâları seyretmeyi diledi ve o mânâlara uygun sûretleri meydana getirdi.”
Nerede?..
Buna, “ilminde” diyebiliriz ancak... Eğer mutlak gerçeği dile getirmek gerekiyorsa!
Elbette, bu kelimelerin mânâlarını iyi anlamak lazım!.. Bu, meydana getirilen “sûretler”, seyretmeyi dilediği “mânâların sûretleri”dir...
Burada, “sûret” derken, “fiziki sûret” anlamayalım! Buradaki sûret, “mânânın sûreti”dir. O sûretleri meydana getiren, “Musavvir”dir!..
Bu, sonsuz ve sınırsız varlıktan söz ederken, O’nun kendinde seyretmek istediği mânâlar derken, şu Dünya’yı ve üzerinde yaşayan 3-5 milyar insanı düşünmeyelim.
Sadece galaksi boyutunda, yüz milyarlarla ifade edilen güneşler, bunların uyduları ve bunların her birinde var olan sayısız mânâlar söz konusudur. Bütün bunlar sadece bu galaksidendir!.. Bir de bu galaksi gibi milyarlarla galaksi söz konusudur. Ayrıca insanın bedeninde var olan milyarlarla atomun her birinin kendine has mânâsı ve yapısı söz konusu olduğu gibi, galaksi boyutunda da, evren boyutunda da sayısız ve sınırsız varlıklarda var olan, sayısız ve sınırsız mânâlar söz konusudur.
İşte bu ilimle görebilirsek “An” kelimesinin ifade ettiği anlam içinde, “Dehr” kavramı içinde, öyle bir anlam mevcuttur ki, bu boyutta insan, “anılası bir varlık” bile değildir!
“Öyle bir zaman oldu geçti; geçti de, şimdi insan var oldu” gibi anlamak çok basit olur! Anlatılmak istenen esas anlam, bu değildir...
Siz, o insanın adının dahi anılmadığı “Dehr” içinde yer alabilirsiniz!
Dilemişse! “Sizsiz” bir hâlde!
“Dehr’e sövmeyin! Dehr, Allâh’tır!” diyor Rasûlullâh (aleyhisselâm).
Dehr - An - Sınırsız - Sonsuz - Zaman kavramsız An!
Kendindeki hangi isimler vasıtasıyla oluşacak mânâyı seyretmeyi dilediyse, bu irade edişi o şeyin olması demektir!
“Bir şeyi irade ettiğinde, O’nun hükmü, ona “Kün = Ol!”dan (olmasını istemesinden) ibarettir!.. (O şey kolaylıkla) olur.” (36.Yâsiyn: 82)
Yani, o şeyin olmasını düşünmesi, zaten o şeyin olması demektir!.. O şey düşünüldüğünde, zaten o şey olmuştur!.. Olmuş ve bitmiştir; olacaktır değil!
Allâh için, geçmiş ve gelecek gibi bir kavram söz konusu değildir!
Kendindeki hangi mânâyı oluşturmayı dilediyse, o mânâya uygun sûreti dilediği boyutta oluşturmuş ve o sûrette o mânâyı yaşamıştır...
Nerede?..
Ne içinde, ne dışında!..
O sûretin oluşması, dilenilen mânâyı yaşaması, o sûretin kendi mânâlarını ortaya koyması ile meydana gelmiştir. O mânâlar, ortaya koyabileceği mânâların ve şartların oluşmasıyla meydana gelmiştir. O sûretin o mânâyı yaşaması, onu oluşturacak ortam, şartlar ve olaylar neticesinde oluşmuştur.
Bütün bunlar, “ilminde” YARATILMIŞTIR!
Gerçekte, var olan tüm varlıklar, ancak ve sadece, ilim boyutunda ve “İSMEN” vardır.
Bunun dışındaki varlıkları ise, “yok”tan ve “hayal”den ibarettir!
İlim boyutunda varlarsa, bu da “var kabul edilişleri” itibarıyladır!
Yani, varlıkları emanettir! Konulan isimler dolayısıyla, onların Allâh dışında bir varlıkları varmış gibi kabul edilirler.
Oysa gerçekte sadece Allâh vardır!..
Kime göre?..
“Mardiye Nefs” bilincinde, “Velâyeti Kübrâ” ihsanına ermiş, “feth” sahibi zevâtın gözünden gören “O” olması durumuna göre!
İşte bu bakışta anlaşılmalıdır ki, var kabul ettiğin her şey O’nun ilminde yarattığı kendi Esmâ sûretinden başka bir şey değildir!.. “Şey”ler bağımsız bir “var”lığa sahip değildir.
Duyulara göre varsanılan her şey, ilim boyutunda değerlendirilmeye alındığı zaman fark edilir ki, o sadece bir “ilmî sûret”tir!
Bir Esmâ terkibi ile kayıtlı varlıklar söz konusudur evrendeki tüm boyutlarda ve katmanlarda.
Bu mânâların sûretleri ve sûretlerin oluşturduğu yapıların kaydından kurtulmuş, “Hiç”lik deryasında varlığını yitirmek suretiyle, “hiç” olmuş; böylece de “hep” durumundakilerdir “Nefs-i Sâfiye” durumundakiler!..
“Hiç” olmak suretiyle “Hep”liğini yaşayan, “VÂHİD’ül AHAD”ın ilmindeki varlıklardır...
Şimdi şu işaretleri fark etmeye çalışalım:
“Herkes yaratılış programı (fıtratı - şâkılesi) doğrultusunda fiiller ortaya koyar!..” (17.İsra’: 84)
“Herkes ne için yaratılmışsa, ona, o kolaylaştırılır.”
“Onlara, amelleri kolay gelir.”
“Onlar hangi mânâlar için meydana gelmiş ise, o mânâları ortaya çıkarmak, onlara kolay gelir.”
“Rabbin dilediğini yaratır ve seçer! Onların ihtiyârı (seçim hakkı) yoktur!..” (28.Kasas: 68)
Şayet;
Kayıtlılık, sınırlılık, kozada ölüp gitmek için var edilmişse; kozada kalmak kolay, kozadan çıkmak ise zor gelecektir.
Ne var ki, her kozadan çıkış, her rahimden çıkış, büyük zorluklarla olur!
Bir hayvanın doğurması, bir insanın doğurması, bir böceğin kozadan çıkması... Bütün bunlar, sayısız zorluklardır.
Madde dediğimiz boyuttan da semânın melekûtuna geçebilmek öylesine zordur!
Çünkü, bir boyuttan, diğer bir boyuta geçiş yani “BÂ’S”, yeni bir doğum, yeni bir başlangıç, bir sonun ardındaki bir ilktir...
Ama, kimine de kolaydır!.. Allâh’ın kolaylaştırdıklarına kolay gelir...
Kaynak : Tek'in Seyri - Ahmed Hulusi