Message
“Tenezzelül melâiketi ver ruh”
“Melâike ve Ruh, tenezzül eder...”
Bu tenezzül eden melâike ve ruh olayı üzerinde duralım biraz...
“Tenezzül”den bahsederken, az önce anlatmıştım ki;
1. İçinden-özünden şuuruna yansıyan bir fikir ya da güç kullanımı şeklinde ortaya çıkar melekî ilham... Ki tenezzülün bir yönü bu!.. Ricali Gayb’ta olduğu gibi...
2. Bir yönüyle de gerçekten, bilfiil dışımızda yaşayan birimsel varlıklar, melekler olarak aramıza inişleri... Bilfiil...
Mesela, normal olarak insanların arasında dolaşan, insan sûretinde melekler vardır!.. Görünmeyen, çeşitli olaylarda vazifeli melekler vardır.
Çocuk altıncı kattan aşağı düşüyor, bir şey olmuyor!..
Akıl mantığın kavrayacağı bir olay değil!..
Evet, o anda orada görevli bir melek, onun eceli gelmediği için (takdire göre) o çocuğu düşmeden evvel tutar, yumuşak bir şekilde yere bırakır. Ve çocuğa hiçbir şey olmaz!..
Altıncı kattan düşüp de bebeğe bir şey olmaması mümkün mü?.. Bütün kemikleri kırılır ve ölür!.. Ama bu anlaşılamadığı, idrak edilemediği için halk arasında, “melekler tuttu, korudu!” denir de bilimsel olarak da buna bir çözüm getirilemez!.. Ölmeyeceği varmış, ölmedi denir ve olay kapanır.
Rahmet melekleri ayrıdır, gazap melekleri ayrıdır vs...
Şimdi, olaya şöyle bakın!..
Bir deyişe göre deprem, doğal bir olaydır!..
Bildiğimiz, depremin gerçekten doğal bir olay olduğudur... Yer altındaki yerleşme olayları, fay kırılmaları vs. birtakım olaylar...
Ne var ki aynı olaya, bir başka yönden bakarsak fark ederiz ki, bütün doğal olaylar, meleklerin iradesi ve gücü ile oluşur!..
Peki bu iki apayrı değerlendirmeyi nasıl bağdaştıracağız?..
Son bilimsel bulgulardan haberiniz varsa ve bu ilimleri din ile birleştirebildiyseniz olayı çözmek çok kolay!..
Problem, işin mahiyetini çözme noktasında... Burası gerçekten çok önemli bir husus!..
Biz, yıllar yılı, yani 1800’lerin ortalarından bu yana, 1920’lere, 30’lara kadar koyu bir maddecilik felsefesi ile şartlandığımız için olayları çözemiyoruz!..
Hâlbuki, 1920’lerden sonra, hele hele 1950’lerden sonra ortaya çıkan bilimsel bir gerçek var.
O gerçek şu!..
“Madde” diye bir şey yoktur!..
Maddenin var kabulü, ancak beş duyunun algılamasına GÖRE söz konusudur.
Beş duyu, bize maddenin varlığını gösteriyor. Gerçekte madde dediğin şey, moleküler-atomik bir yapıdır!..
Mesela, şu odayı bir milyar defa büyütme gücüne sahip olan bir elektron mikroskobunun lâmına koyarsak, aynı beynimizle, aynı göz bebeği ile yukarıdan baktığımızda, lâmda, ne senin varlığın, ne benim varlığım, ne sehpanın, ne halının, ne de masanın varlığı kalmaz!..
Burası, tek bir bileşik atomik kütle olarak gözükür, mikroskopta...
Yani, eğer algılama aracımız, gözbebeğimiz, o elektron mikroskobunun mercek kapasitesinde olsaydı; aynı beynimiz, burada insan, hayvan, nebat, maden, koltuk vs.nin varlığına değil, bu salonun salt atomik bir kütle hâlinde, tek bir yapı olduğuna hükmedecekti!..
Eğer bu, daha yüksek bir büyütme kapasitesi ile beyne ulaşsaydı, bu sefer tüm varlığı, mevcudatı, dalgalardan ibaret, kozmik ışınlardan ibaret bir yapı olarak görecekti...
Yani, varlığın aslı, orijinali; elektromanyetik dalgalardan oluşmuş, kozmik ışınlardan oluşmuş bir yapı...
Bu varlıkta esas, enerji dediğimiz öz, cevher, bilinçli olduğuna göre; bir “Kozmik Bilinç” söz konusu olduğuna göre; varlığın katlarındaki her bir yapı da bu evreni meydana getiren kozmik enerjiden meydana geldiğine göre; her bir yapıda ve birimde bir şuur, bir bilinç vardır!..
Dolayısıyla, madde adını verdiğimiz, esasında atomlardan veya onun özü olan elektromanyetik dalgalardan oluşmuş her bir yapıda da kendine özgü bir bilinç vardır.
Evrenin her boyutunda, katmanında ve yapısında, dolayısıyla biriminde, bilinç mevcut olduğuna göre...
Şimdi...
Konumuzun can damarı olması hasebiyle, “melek” bahsini biraz daha açmak istiyorum...
“Melek” adı verilen varlık, orijini itibarıyla, mahiyeti itibarıyla kuantsal yapı, yani bir tür enerjidendir. Bu enerjinin yoğunlaşmış hâli olan yapı, atom boyutunu ve nihayet moleküler yapıyı meydana getirir. Bu moleküler yapılar da, çok büyük miktarlarda birleşerek, bizim “madde” diye tespit ettiğimiz yapıyı meydana getirir. Maddenin özü ve cevheri olan şey, orijini itibarıyla melektir, işte bu sebeple!..
“Melek” kelimesi ile işaret edilen melk, kuvvet, güç ve de enerji olduğuna göre; enerji de, bilinçsiz, kör-sağır bir yapı olmayıp, şuurlu olduğuna göre...
İşte bu atomaltı kuantsal yapı, atomun yapısını, özünü oluşturan yapı, melek adıyla isimlendirilmiştir, eski dilde!
Şimdi sen, istersen işin madde boyutuna bakarak değerlendirme yap, “fay kırılması depreme yol açmıştır” de; ister olayın boyutsal derinliğinden değerlendirme yap, “Melekler yol açmıştır” de!..
Hiç fark etmez!.. İşleyen sistem, yapı, mekanizma aynıdır!..
Bu tanımlamaları sadece Dünya’ya has düşünmeyin... Atomun içinde derken sadece, Dünya’yı oluşturan atomlar olarak düşünmeyin!..
Evrende mevcut olan her noktada, bu ışınsal yapılar vardır ve bunlar katman katman üst yapıları oluştururlar!..
Mesela, basit dediğimiz bir yapı, enerji temelli olarak var olduğu gibi; en kompleks yapılar dahi böyledir.
Yani, her yapının özü, bu boyuttan bakıldığı zaman melekten başka bir şey değildir!..
İşte bu yüzdendir ki, evrende madde olarak algıladığımız her şeyin orijini “MELEK”tir... Ve o şeyin bir “RUH”u vardır!..
Dünya’nın da böyle bir “RUH”u mevcut, Güneş’in de; Güneş sisteminin de!.. Sayısız yıldızların da ruhları mevcut!.. Galaksilerin dahi kendine mahsus bir ruhu mevcut!.. Yani bu yıldızların “dalgasal ikizleri” onların “RUH”larıdır!..
Her yapıyı, kendisinden fevkalâde büyük olan bir üst yapının, katmanın parçası, organı; şeklinde düşünün!..
Dolayısıyla tüm galaksinin bir ruhu mevcut!.. Ayrıca galaksilerin dahi bir ruhu mevcut!..
Hafsalaları son derece zorlayıcı bir olay bu!..
Biz, bu boyutlara gitmeyelim de şöyle düşünelim...
Yeryüzünde ve evrende mevcut olan bildiğimiz her nesne, esasında orijini, ışınsal yapısı itibarıyla, meleklerin varlığından meydana gelmiştir.
Yani, senin “Ben” dediğin şu bedeninin “dalgasal ikizi” olarak beyninin ürettiği bir “ruhun” var olduğu gibi; ayrıca, vücuttaki hücrelerinin, organlarının varlığı dahi meleklerin varlığından, yani atomaltı boyuttaki kuantsal yapıdan oluşan bir özü vardır!..
Hatta basit mânâda, vücudun meleklerinden söz ederiz!.. Yani, bu kuvvetlerin kendiliğinden, programları gereği olarak çalışması hâlinden söz ederiz!..
İşte, bu varlıktaki görevli ve şuurlu varlıklar, “melek” diye tavsif olunmuştur.
Bu anlatılanlar dışında, yapılar üzerinde tasarruf edebilen beyinler ve beyin güçleri söz konusudur.
Kaynak : Kendini Tanı - Ahmed Hulusi