Message
“Kadir” gecesinde ne oldu?..
“Kadir” Gecesi nedir?..
Bir arkadaşımız bir sual sordu.
“Üstadım, yeryüzündeki birtakım olaylar, birtakım üst planlar tarafından mı idare ediliyor?.. İnsanların genel idaresi, Dünya üzerinde olan olayların yönlendirilmesinde görevli olan birtakım görevliler söz konusu mu?.. Böyle bir şey var mı? Varsa, nasıl oluyor bu iş?..”
Bu sual “Kadir” konusu ile de bağlantılı, dolaylı olarak... Dolayısıyla konumuzun bir detayı olarak buna da değinelim...
“Kadir” gecesi hakkında, Kur’ân-ı Kerîm’de bir sûre var; “Kadr Sûresi”...
“İnnâ enzelnaHU fiy LeyletilKadr;”
“Gerçek ki biz inzâl ettik onu KADR gecesinde.” (97.Kadr: 1)
“Kadir” gecesinde, gecenin kadrinde, biz onu inzâl eyledik...
Burada, hemen herkesin ilk aklına takılan olay şudur;
Niçin “Biz, onu” diyor?.. “Ben, inzâl ettim onu” demiyor da, “Biz inzâl ettik onu” diyor?..
Buradaki “Biz” hükmü, Efâl=fiiller âlemindeki kesret hâliyle alâkalı bir olaydır. Yani, çokluk ile ilgili bir olaydır.
Çokluk âleminde, yani sayısız birimlerden oluşmuş, sayısız varlıklardan oluşmuş âlemde olan her şey, bir vesile ile oluşur. Her şey bir şeye vesile ile olur! Ama o, her bir şey, varlığını Hakk’tan alır; O’nun varlığıyla kaîmdir. Orijini, aslı itibarıyla o şeyler varlığını Hakk’tan alır! Ancak kendi yapısal özelliğine uygun olarak, o şeyi meydana getirir, ortaya çıkarır.
İşte bu tür oluşlar için Kur’ân-ı Kerîm’de “Biz” tâbiri kullanılır.
“Fiy leyletil Kadr...”
“Kadir” süresi, gecenin içinde, gecenin kadrinde biz onu inzâl eyledik...
İnzâl olunan şey, Kur’ân!..
Kurân’ın inzâl olması demek; her ne kadar basit dilde “indirmek” diye tercüme edilir ise de “inzâl”, esası itibarıyla “nüzûl” denen şey, boyutsal bir olaydır!..
Mekânsal yani bir yerden bir yere şeklinde değil!..
Bu gecede, kadir an’ı denilen öyle bir an vardır ki, o anda mevcut ışınımı kullanabilen, değerlendirebilen kişi, melekî boyutla iletişim kurar ve melekî boyuttan kendi özündeki Hakk’a yönelip, kendi özündeki Hakk’ı bulur!.. Özü olan Hak ile o andaki perdeler ortadan kalkar!..
“Kadir” kelimesi “güç yetirmek” anlamında olup, “hükmü kaza, takdir, tazyik, azametli şeref” mânâlarını da taşır.
Biz, özellikle “Tazyik” yani “SIKMA” anlamı üzerinde duracağız. Bu anlamdan rahmetli Elmalılı Hamdi Yazır da tefsirinin 5971. sayfasında bahsetmiştir...
“Kadir” an’ının değeri şu sebepledir ki;
Meleklerin oluşturduğu yüksek ışınımın meydana getirdiği “SIKMA” sonucunda uyanıkların beyin çalışma hızında bir artış oluyor; artan beyin gücünün neticesinde de, kişinin Hakk’ı kendi özünde bulması söz konusu olabiliyor... Ve hatta o anda, kendisinde o talebi ortaya koyanın, Hak olduğunun farkına bile varabiliyor!..
Bakın ne diyor hadîs-î kudsî’de...
“Bir kulum, yararlı ibadetlerle bana yaklaşır; öyle ki, ben o kulumu severim. O’nun görür gözü, işitir kulağı, söyler dili, tutar eli, yürür ayağı olurum”...
Yani, onun gözünde gören, dilinde söyleyen Ben’im!..
“KADİR” kelimesinin mânâsını ve bu kelimenin işaretini anlamaya çalışırken, Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm)’a “OKU” hükmünün de melekî “SIKMA” ile birlikte geldiğini hatırlayalım...
İşte, o genel “SIKMA” hâli olan zaman, kişinin o an’ı, “Kadir” hâlidir!..
Bu “SIKMA” sürecinden herkes kendi istidat ve kabiliyetine göre yararlanır...
Kimi de “SIKMA”nın sonucunda, kendisiyle Hakk’ın aynı TEK olduğu; kendi izafî, birimsel varlığının var olmadığını idrak etmesi neticesinde, varlığındaki varlığın, Hak olduğunu hisseder, yaşar!.. O’nu yaşayan Hakk’ın kendisidir!..
Hakk’ın isteğine, iradesine, EMRİNE de hiçbir varlık karşı koyamaz!..
Bu, “Kadir” hâline en yakın hâl, “Mi’râc” hâlidir...
“Mi’râc, kişinin Rabbine vâsıl olduğu andır.”
“Namaz, müminin mi’râcıdır” deniyor...
Namaz, niçin müminin mi’râcıdır?..
Namaz, ayakta dururken okunan sûreyle, âyetle başlar, secde ile tamamlanır.
Secde için Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm) diyor ki:
“Secde, kulun Allâh’a en yakîn olduğu hâldir.”
O anda Allâh ile kulu arasındaki perde kalkar!.. Ve secdede edilen duayı Cenâb-ı Hak geri çevirmez!..
Secde nedir?..
Secde, kişinin, kendi varlığının, benliğinin var olmayıp; gerçekte var olan Tek varlığın Allâh olduğunu idrak etmesi, hissetmesi hâlidir.
“Secde”nin mânâsı; nasıl normal bir insan, ayakta dururken tüm varlığı ile varsa, buna karşın secdede de tam bir “yok olma” hâli var!.. Vücudu ortadan kalkıyor, kapanıyor... İşte fizikman yok olma gibi... Secdenin “sırrî” mânâsı da, kişinin kendi varlığının var olmadığını, idrak etmesidir.
Ne anlıyorsun o anda?..
Secdedesin ve secde hâlinde iken bu hâlinle sen diyorsun ki;
“Ey Rabbim!.. Var olan gerçek varlık sen imişsin, meğer ben yokmuşum!..”
Tabii bunu diyebilmek için, Allâh’ın “Ahadiyet”ini, “Vâhidiyet”ini, “Vahdet” ve “Vahdâniyet”ini anlamış olmak lazım...
Yani kısacası, Allâh’ın TEK’liğini kavramış olmak lazım!..
Bahsettiğim konular, “Hz. MUHAMMED’İN AÇIKLADIĞI ALLÂH” kitabında açıklamaya çalıştığımız “İhlâs” Sûresi’nin mânâsının bize açılması, onu hissetmemizden sonra yaşanacak bir olay!..
İşte, secdeye vardığın anda, “varlığımda var olan mutlak gerçek varlık Sen’sin” idraki içinde, kendi varlığın yok oluyor!.. Ve o anda Sen’den meydana gelen dua, Allâh’ın isteği olarak ortaya çıkıyor!..
Allâh’ın “Ol” dediği de olur elbette!..
Secde edenin alnı, Allâh’tan gayrına değmez!
İşte, bu “secde hâli”ne en yakın bir hâl “Kadir” hâlidir!..
Secde hâli, hakiki mânâsı ile, herkeste kolay kolay oluşmaz!.. Çok uzun çalışmalara bağlı... Yani, kişinin varlığındaki birtakım şeylerden, hatta tüm varlığından arınmasına bağlı, secdenin tam tahakkuk edebilmesi!.. Her namaz kılan “secde” edemez!.. Bu, kişinin özel gayretine ve çalışmasına bağlıdır.
Fakat, “Kadir” süreci, öyle bir an ki, herkese ortak olarak sunulan bir an!.. O anda uyanık olup, o an’ı değerlendirebilen bir kişi, uzun uzun arınmalardan geçmese bile, o an’ın getirdiği yüksek potansiyelle, beyninde çok yüksek bir güce erişebilir!..
Nasıl, normal bir zamanda ve mekânda belli bir güce sahipken; Hacca gittiğimizde, Kâbe’nin altında ki o yüksek Nûr kaynağından, enerji kaynağından gelen radyasyon beynimizi çok güçlü çalıştırıyor.
Aynen bunun gibi, “Kadir” anında da gelen o çok yüksek ışınım, “melekî güç”,beyinlerde oluşturduğu “TAZYİK” ile takdirinde olanlarda Hakikatin ortaya çıkması özelliğini sağlıyor. Ve “Kadir” anında edilen dua da “müstecaptır”!.. deniliyor.
“O anda, Allâh’la kulu arasında perde yoktur!..” deniliyor.
“Ve mâ edrake mâ LeyletülKadr”
“Kadr gecesini (-n kadrini, şerefini, haşmetini) bilir misin?”
“Leyletül Kadr hayrun min elfi şehr”
“Kadr gecesi, bin aydan (seksen yıllık ömür) daha hayırlıdır!” (97.Kadr: 2-3)
Bin ay..?
12 ay, bir sene... 120 ay, 10 sene... Bir insan ömrü ne kadardır?.. Ortalama, uzun ömür olarak diyelim, 70-80 yıl... Bizim Ümmeti Muhammed’in ömrü ortalama 63 sene ki... Oysa bu bin ay 83 sene!..
Yani, 83 yıllık ömür... Bu ömrün, doğduğun andan ölüm anına kadar tamamı hiç kesintisiz ibadetle geçse, yine de daha hayırlıdır, o “Kadr” an’ı!..
O “Kadir” gecesinde ne olur bilir misin?..
“Tenezzelül Melâiketü ver Ruhu”
“Melekler ve Ruh Onda tenezzül eder.”
“Fiyha Biizni Rabbihim”
“Rablerinin (Esmâ terkiplerinin) izni kadarıyla...”
“Min külli emr”
“Her hükümden (hükmullâh gereği var olmuştan)”
“Selâmun, hiye hattâ matle’ılfecr”
“Selâm (hakikati yaşatarak); tâ ki Fecr’in doğmasına kadar (Hakikatin zuhuru ile şuurun vechi tanımasına kadar).” (97.Kadr: 4-5)
“Selâm” derken, burada senin anladığın mânâda; “Selâmün aleyküm!..” demek, mânâsında değil!.. “Selâmet getirir” anlamında!..
“Selâm” isminin mânâsının kişide açığa çıkmasını temennidir. “Selâmün aleyküm” demekte karşındakine bu dilekte bulunmaktır.Yani, âyetteki işaret;
“Özündeki hakikati idrak edip, o hakikatle tahakkuk edebilmesini temennidir...”
Kaynak : Kendini Tanı - Ahmed Hulusi