Message
Şimdi biraz da “TEK”lik konusu üstünde duralım...
Bir yanda cennet-cehennem var, bu yaşadığımız Dünya, ortada görülen bu bedenler var, belli bir fiiller âlemi söz konusu!
Bir yanda da biz, vahdeti anlatmaya çalışıyoruz, varlığın tekliğini anlatmaya çalışıyoruz. Ve vahdetin çeşitli kademelerinden, mertebelerinden söz ediyoruz; tevhidin derecelerinden söz ediyoruz.
Şimdi varlık tek ise, bu fiiller nereden, nasıl meydana geliyor?.. Birtakım fiillere ne gerek var?.. Yok varlık tek değilse çoksa, çok olan bir varlıkta, tek varlıktan nasıl söz ediliyor?
Vahdet, Tevhid ne demektir, ne demek değildir? Bunların üzerinde duralım biraz...
Tevhid, senin Allâh’ın birliğini müşahede etmen ve buna şehâdet etmendir.
Vahdet ise, Allâh’ın kendi TEK’liğine şehâdetidir.
Eğer ki sen kaba mânâda bu varlığın tek bir asıldan geldiğini ve bu aslı meydana getiren varlığın da “ALLÂH” olduğunu kabullenmediğin takdirde; mutlaka, bu âlemin bu varlığın ötesinde, bir “Tanrı” kabul etme durumuna girersin!..
Bu varlığın ötesinde, ÖTENDE ayrı bir Tanrı kabul etme durumuna girdiğin anda da, böyle bir varlık gerçekte olmadığı için; bu yanlış netice de, anlayışına uygun vasıflara sahip bir Tanrı kavramına götürecektir seni!..
Böylece, sen, kendi kafanda, kendi anlayışında, kendi yapına göre bir Tanrı yaratmış olacaksın!.. Kabullenmiş olacaksın!..
Böyle bir tanrıyı kabullenmenin sonucunda da, kendi elinle yarattığın “Tanrı”nın kölesi olmuş olacaksın!.. Kulu olmuş olacaksın!.. Kul, köle mânâsındadır.
Dolayısıyla, insanlar genellikle, kendi hayallerinde yarattıkları “tanrı”ya “Allâh” adını takarlar; duymaları yoluyla, şartlanmaları yoluyla; kendi yapılarına uygun, kendi yapılarının gerektirdiği mânâlarla onu bezerler ve ondan sonra da “Allâh” şöyledir, “Allâh” böyledir diyerek, kendi düşünce yapılarının şekillendirdiği “tanrı”yı, “Allâh” diye bir başkasına tarif ederler!..
İşte bunu bilme sadedinde varlığın yapısı, evrenin yapısı, insanın yapısı gibi konuları konuştuk. Bunların neticesinde görülür ki; bütün bu çokluk olarak görülen âlemdeki birçok varlık, çeşitli isimlerle anılan birçok varlık, aslında tek bir cevherden, tek bir nesneden meydana gelmiştir!..
O bir tek nesneden, tek bir özden, dışta ayrı ayrı birçok varlıklar mı meydana gelmiş? Hayır!..
Şimdi bunun misalini şöyle verelim: Bir tohum düşünün, bu tohumu ekiyorsun, bir çekirdek ve bundan koskoca bir ağaç çıkıyor, meyvalar çıkıyor! O çekirdek, o ağacın her meyvesinde mevcuttur! O ağaçta, o çekirdekte mevcut olandan başka bir şey yoktur!.. Tabii, bu çokluk âleminin bir misali, hakikate tam uygun değil! Ama meseleye yaklaştırma bâbında yardımcı olur.
* * *
Bu, varlık dediğimiz âlem, her zerresi itibarıyla, orijinali itibarıyla, ilk andaki özelliklerinden kopmuş değildir. İlk andaki özellikleri bu âlemin her zerresinde, aynısı ile mevcuttur! Yalnız bu mevcut olan özelliklere bakan mahal, bu özellikleri göremez!.. Görememesi dolayısıyla da ayrı ayrı varlıklar varmış “vehmi” doğar!
Varlığın aslında ve özünde mevcut olan bütün özellikler, her mahalde aynıyla mevcut olmasına rağmen; bakan mahal, terkibiyeti hükmü, en kaba mânâda beş duyusu dolayısıyla ve kendi eksik özelliklerinden dolayı; yani kısacası kendisinde kuvvede kalmış, fiile çıkartamadığı özellikleri dolayısıyla; baktığı mahalde bunu müşahede edemez!.. Dolayısıyla varlığın tekliğini müşahede edemez!
Kesitsel algılama araçlarına -beş duyuya- bağımlı düşünce sistemi dolayısıyla varlığın tekliğini müşahede edemeyince de, çok varlıklar var sanıp; çok varlığın ötesinde bir tek varlık vardır, diye tahayyül eder!.. Böylece de bir “Tanrı” yaratma yoluna gider!
İşte böylesine çok varlıklar ve çok varlıkların ötesinde de var kabul edilecek tek bir “Tanrı” yanılgısı ortadan kalksın diye, varlığın “TEKLİĞİ” anlatılmıştır!..
Bu tek varlığın, var kabul edilen her zerrede olması sebebiyle, kendinde mevcut olduğunu; bunun neticesinde de, artık tapınmadan çok, “Varlığı tanı!.. Varoluş şeklinin icabı olarak meydana gelecek neticelere göre bilerek adımını at!” esası getirilmiştir.
İşte İslâm Dini’nin Vahdet Dini olması, Tevhid Dini olması bu esasları kapsamıştır...
Sen bu anlayışla varlığa bakarak, her gördüğün fiilin birtakım ilâhî mânâların ortaya çıkmasından başka bir şey olmadığını gör!.. Ancak o mânâların, oradaki terkibin yapısı itibarıyla ortaya çıktığını da idrak et!..
Bunun neticesinde, “Niye böyle oluyor?” demene gerek kalmaz... Ama onun nasıl olması yolunda da gereken tavsiyede bulun!..
İşte bu açıdan meseleye yaklaşabilmen için, İslâm’ın ışığına, dinin ışığına ihtiyacın var. Artık dini anladığın andan itibaren, sende tapınma olmaz, kulluğunu ifa olur!
Şimdi bizim “görüyorum” hükmünü verdiğimiz, “görüyoruz” dediğimiz şey, gözün aldığı ışıkları, göz sinirleri dediğimiz sinirler vasıtasıyla beyne ulaştırmasıdır. Beyne görüntü ulaşmaz! Beyne bir elektrik mesajı, bir biyoelektrik impuls ulaşır. Beynin bu mesajı çözüp, mânâsını, gördüğünü anlayabilmesi için daha evvel kendisinde o konuda bir bilgi olması gerekir. Aksi takdirde mânâsını anlayamaz. Bir görüntü var der, fakat görüntünün mânâsını anlayamaz.
İşte beyinde oluşan ve neticede ruha da yansıyan, mânâdır. Bilfiil görüntü değildir!.. Dolayısıyla, bir “şey” değildir!..
Temelde, beş duyuya göre madde var kabul edilir ise de, aslında madde, beş duyuya yani kesitsel algılama araçlarının kapasitesine göre vardır. Yani dar bir değerlendirme skalasına göre, madde vardır!
Eğer geniş açıdan bakarsak, geniş bir skala ile bakarsak, geniş bir değerlendirme mekanizmasıyla bakarsak, “madde” diye bir şey yoktur!
Sen, bugün, gözünün kesitsel kapasitesi dolayısıyla evleri, binaları, dağları vs. görüyorsun. Eğer bundan çok daha hassas bir göze sahip olsaydın, o zaman uzaydaki yıldızları seyrettiğin, aralarındaki boşlukları gördüğün gibi; bu defa atomları görecektin, içindeki boşlukları görecektin; ve senin hissiyatını da o gördüklerin etkileyecekti!.. O gördüklerine göre hüküm verip, değerlendirme yapmak durumuna gidecektin!..
Öyleyse, âlemlerde mevcut olan şeyler, hakikati ve aslı itibarıyla sadece ve sadece mânâlardır!.. Çeşitli ilâhî isimlerin mânâlarıdır!..
Bu mânâların değişik terkipler almasının sonucunda oluşmuş olan dar skalalar, yani maddesel görüntüyü meydana getiren görüntü araçları, ancak ve ancak “İnsan” adıyla anılan varlığın, kendi aslını ve hakikatini anlamasına ve hakiki varlığın özelliklerini seyretmesine vesile olması amacıyla yaratılmış, örnekleme nesnelerdir.
Yani, gördüğünü değerlendir ve gördüğüne nispetle daha neler olabileceğini düşün, tefekkür et ve buradan da kendini tanıma yoluna git, denmektedir!..
Kendini derken, hakiki mânâda kendini demek istiyoruz!.. Evvela Rabbini tanı; kendin kabul ettiğin varlığının mahiyetini anla; ne olduğunu, nasıl meydana geldiğini, aslının ve hakikatinin ne olduğunu idrak et! Buradan da küllî mânâda kendini bulma ve tanıma yoluna git!..
Ama mesele bu söylendiği kadar basit değil!.. Bunun için gerçekten kişinin kendini vermesi lazım!.. Gerçekten kendisi için en değerli şeyin, bu konu olması lazım!.. Sırf bunun için var olması lazım!.. Niye?.. Çünkü bu varlık, tek bir mekanizma ve her dişli, kendi kanununa tâbi!..
Zanna ve hayale yer yok bu mekanizmada!..
Mekanizma dişlilerden, dişlilerden, dişlilerden oluşuyor!.. Arada bir tek hayalî dişli yok!.. Hepsi birbirine bağlı, birbirinin başını ve sonunu meydana getiriyor!..
Mutlak olarak senden ne çıkarsa, o çıkanın bir sonraki neticesi gene dönüp sana gelecek!..
Kaynak : İnsan ve Sırları - Ahmed Hulusi