Message
Kur’ân-ı Kerîm’de “B” harfi kadar öncelikli ve O’nu “OKU”mada, çok önemli bir anahtar olan “Bi-Rabbihim” tanımlaması üzerinde biraz daha durmak istiyorum. Zira bu husus ne kadar anlaşılırsa, Kur’ân-ı Kerîm’deki bazı inceliklerin fark edilmesi de o kadar kolaylaşacaktır.
“Bi-Rabbi-HİM”, her birimin özünde mevcut olan ve Esmâ terkibi şeklinde açığa çıkan Rubûbiyet boyutuna işaret ederken, “Bi-Rabbi-KE”,sendeki isimler bileşimi hâlinde açığa çıkan, özündeki Rubûbiyet boyutunu dillendirmektedir.
Rabbihim=Rablerine, yani Rabb-ül âlemîn’e işaret ederken, Bi-Rabbihim=Onların Özlerinde, Hakikatlerinde mevcut olan, o boyuttan -mertebeden- her birinde tasarruf eden Rubûbiyet (Rab’lik) kuvvesi anlamını taşır.
Ancak bundan dolayı da, kesinlikle parçalanma, yani ayrı ayrı Rab’ler anlaşılmamalıdır!
Bütün, ampul filamanlarına gelen elektrik aynıdır; Rubûbiyet boyutunun genel anlamına örnek olarak... Filamanlar ise birimi oluşturan Allâh isimleri bileşimi, yani Esmâ terkipleri misalidir... 1967 yılında yazdığım “TECELLİYÂT” isimli kitabımda anlatmıştım bu konuyu. Oradan okuyabilirsiniz.
Konuya bir örnek: “Kadr” Sûresi’ni hatırlayalım...
“Tenezzelül Melâiketü ver Rûhu fiyha Biizni Rabbihim min külli emr”
“Melekler ve Ruh Onda tenezzül eder, Rablerinin izni ile her hükümden…” (97.Kadr: 4)
“RUH” her ne kadar, yalnızca kişinin ölüm ötesi bedeni gibi anlatılmışsa da, Kurân’daki esas işareti, “o şeyin mânâsı, taşıdığı anlam” şeklindedir!
Buna göre, “insanın ruhu” denildiğinde, insanın varlığını meydana getiren Esmâ terkibinin ihtiva ettiği genel anlam, anlaşılır. Nitekim halk dilindeki “ben senin ruhunu okurum” deyimi de bu anlamla paraleldir.
“KADR” nedir; gökten inen(!) Kadir nasıl iniyor?.. Bu konuya daha sonraki yazıda devam etmek istiyorum!
Bu arada dikkatimizden kaçmasın:
“…ahızün Bi-nasıyetiha...” (11.Hûd: 56) âyeti de Rabbin tasarrufunun alında (beyinlerde) açığa çıktığına işaret eder!
“Lâ havle ve lâ kuvvete illâ B-illâh” vurgulamasını da şimdi bir düşünün bakalım... Acaba niçin bu zikir çok önemli ve insana, neden, neler kazandırıyor?
İşte Kurân’da geçmekte olan “Bi-rabbihim” zamiri, bize göre, daima birimlerin Rabbi hükmünde olan; onların varlıklarının hakikatini meydana getiren, “Esmâ terkibi” oluşunu vurgular. Bu konu daha geniş olarak 1985 yılında yazmış olduğum “İNSAN VE SIRLARI” kitabında “Rab” ve “Rubûbiyet” bölümlerinde anlatılmıştır. Rabb-ül âlemîn ifadesi ise Küllî anlamda Rubûbiyet mertebesini ifade eder ki, tüm Esmâ terkiplerinin varoluşu bu mertebeden aldıkları kuvve ile mümkündür zerreler boyutunda.
Burada da gördüğünüz üzere, belli kelimelerin başına gelen “B” eki konuyu bambaşka boyutlara ve anlamlara taşımaktadır.
Evet, şimdi de konumuzla ilgili başka bir önemli noktaya dikkat çekelim.
“B-illâhi” diyerek yemin etmeyi men ederlerdi eskiler; niye?
Çünkü anlamı, “varlığımdaki ALLÂH adına konuşuyorum ki!..” diyedir de ondan!
İş böyle ise, gerçekten, bu anlamın getirisinin ve götürüsünün idrakinde misiniz acaba? Ne dediğinizin farkında mısınız böyle yemin ettiğinizde?
Bütün bunlar neyi gösteriyor?..
İnsanın vehmettiği, var sandığı, dışarıdaki, ötesindeki bir tanrıya yönelmek yerine; kendi hakikatindeki Allâh isimlerinin işaret ettiği kuvvelere yönelerek, onları aktive etmeye çalışması gerçeğini gösteriyor! İbadet denen bütün çalışmalar bunun içindir…
Kişinin kendi hakikatindeki Allâh isimlerinin özellikleri yanı sıra, ötesindeki bir tanrı kavramını kabul etmesi “ŞİRK” diye anlatılan olgunun ta kendisidir!
İnsanların birbirinden yardım, şefaat dilemesi, veya Rasûlullâh veya manevî büyüklerden yardım dilemesi; onların kendisi gibi “KUL” olarak var olup, ne var ki kendisinin açığa çıkaramadığı kuvveleri onların ortaya koyabildiklerini fark etmesi suretiyle olursa, bu “şirk” olmaz!
Ama, ötede bir tanrı kabul ederken, kendi hakikatini inkâr ederek; kendini mahlûk, karşısındakini Hâlık gibi görerek bunu uygularsa, bu “şirk” olur.
Burada önemli olan, kendindekini fark edip, kullanamadığını bilerek, karşısındakinden yardım istemektir.
Tanrılaştırmadan!..
Normal yaşamda herhangi bir konuda, birisinden yardım-şefaat istemek ne ise, manevî konularda da olay aynıdır!
Ne var ki gelecek yardım, asla kişinin fıtratını değiştirmez; özündeki açılım (isimler bileşimi) müsaadesi kadarıyla gerçekleşebilir.
İstediğin yardım, istidat ve kabiliyetini değiştirmez... İstidat ve kabiliyetin kapsamı kadarıyla yardımcı olabilir! Ki buna “illâ Bi-izni-h” denmiştir Âyet’el Kürsî’de!
Duan, zikrin, arzun buna devam ettiğin sürece kabiliyetini arttırır; ama kestiğin anda eski hâline döner!.. Buna “himmet” de derler.
Himmetini daimî tutmalısın ki kabiliyetin artsın; istediklerin, istidadın kadarıyla gerçekleşsin.
Rasûlullâh veya bir başkasından yardım istediğinde, o kişi bu yardımı yapabilecek kapasitedeyse ve buna rağmen sana beklediğin yardım ulaşmıyorsa, o kişiye karşı değişik duygular içine girme; olayı, kapasitende, fıtratında ara!
“Bi-rabbihim” ifadesiyle vurgulanan Esmâ terkibin kesinlikle herkesten farklıdır ve bir eşi daha yoktur. Bu sebeple de kimse kimseye örnek olmaz ve kimse kimsenin yolundan Rabbini tanıyamaz!
Bu Dünya’ya bir Şahı Velâyet Hz. Âli dahagelmez!.. Eğer onun gibi olmak için dua ediyorsan, bu gerçekleşmez! Bil ki aynı tecelli iki defa oluşmaz!
İstek konusunda da haddini bilmek şarttır; her konuda olduğu gibi!
Hiç kimse GİBİ olmaya çalışma; zira bu mümkün değildir! Kendin ol, ilminin azamisini kullanarak!
Fıtrat konusunu çok iyi anlamak gerek!
Herkesin bir fıtratı vardır ve bu asla değişmez! Yani doğum süreci içinde kendisinde oluşan Allâh isimleri özelliklerinin bir bileşim şeklinde beyinde programlanması!
Bu yüzden, “can çıkmadıkça huy çıkmaz” demişlerdir!
Bu yüzden, “yedisinde neyse yetmişinde de odur” demişlerdir!
Testi, hikmeti Hûda içindekini sürekli üretir! Kiminde şerbet vardır, kiminde bulaşık suyu!.. Astrolojik tesirler ise, testileri zaman zaman eğen kollardır! O zamanlarda, testide ne varsa o dökülür; süslü görüntülü testilerde ne bulunduğu da, o zamanlarda anlaşılır!
Bu şaşılacak bir şey değildir!
Algılayabildiğimiz dünyamızda ne varsa, en sevdiğimizden en tiksindiğimize kadar, hepsi de ismi “ALLÂH” olanın, kendi Esmâ’sıyla yaratmış olduğu birimlerdir...
Cennetin cennetliği veya cehennemin cehennemliği birimin yapısına GÖREDİR! Zebânîlere GÖRE cehennem cennettir; pislik böceğine GÖRE de dışkı içinde yaşamak cennet!
Yaratıkların tümü de, “GÖRE”sel olarak değerlidir veya tiksindiricidir! Birine göre en sevgili gelen, diğerine göre en tiksindirici olabilir!
Sendekini seversin, karşındakinde!
Sendeki yoksa karşındakinde, ondan hoşlanmaz ve onunla bir arada olmayı istemezsin!
Zamanla değişir insan!..
Zaman içinde derûnundaki, farkında olmadığın bir kısım veriler açığa çıkınca, değer yargıların da değişir, beraber olmak istediklerin de! “Dün” senin için değerli olanlar, “bugün” artık değer ifade etmemeye başlar! Onların yerine başkaları değer kazanır indînde!
Her kuş sürüsüyle uçar! Herkes, sonunda, lâyık olduklarıyla beraber olur!
Akıllı insan, gerçekçi olur! Kendisindeki “HASİYB”, hesaba çeker onu “münker ve nekir” anlamı ile!
İlmine göre, nerede, ne hâlde, ne gibi bir yaşantı ile ömrünü geçirmekte olduğunu fark eder insan o zaman!
Yaşamımda, kendini “gavs” veya “dünyanın hâkimi” sanan kişiler gördüm... Bazıları kendisini hep Rasûlullâh veya çok yakın sahabesiyle görüyordu rüyalarında!.. Kimi akıl hastanesine gitti, kimi gün geldi bu hâlden sonra inkârları yaşadı... Kimi de o hayalle gitti bu dünyadan...
Önemli olan, ilminizi ne kadarıyla yaşamınıza geçirip; “iradenizi”, “ilminiz” doğrultusunda ne kadar “kudret”le açığa çıkarttığınızdır! Hayallerle geçen geceleriniz değil!
Kaynak : İnsan ve Din - Ahmed Hulusi