Message
Tanrı kavramına dayalı dinsel anlayışta, şöyle bir gece hayal edilir ki adına “Kadir Gecesi” derler...
Ulu tanrı, yeryüzündeki seçme kulları için bir nimet hazırlamıştır!.. Kimler kendine çok tapınıyorsa, onları mükâfatlandırmak için. O büyük nimete de “KADİR” demiştir...
Bu nimeti getiren(!) melekler, müslümanların yaşadığı yöreye bir kutsal kandil gecesi inerler; çünkü güneş ışığı görürlerse bozulurlar, tıpkı ışık görmüş C vitamini gibi!..
İşte o “gün görmez Kadir”(!), bin aylık, yani seksen üç sene sürecek tapınmadan çok daha hayırlı bir şey(!)dir!
Her sene Ramazan ayının 27’sinde, Ulu tanrının buyruğu ile melekler yanlarına ruhu da alarak kanatlarını çırpa çırpa, hızlı bir koşu ile binlerce yıllık mesafeyi kat ederek Dünya üzerine inerler ve gece olan bölgedeki tapınan kulları başlarlar araştırmaya, ev ev!
Elbette o sırada Dünya’nın aydınlık bölgesinde yaşayanlara bir şey yok!
Eğer bulurlarsa bir samimi tapınan ellerindeki şartnameye göre, hemen rablerine sorarlar, “buna verelim mi KADİR’i?” diye... Tanrı da izin verirse, hemen o kula “KADİR” verilir. Bu hane hane arama veya o “Kadir”in dağıtılması işlemi gün doğana kadar böyle devam eder...
Kaç kişiye o gece “Kadir” verilir, bilinmez! “Kadir” verilenlerde ne değişir, bu da bilinmez!.. Güneşi gören melekler ve ruh, hemen ulu tanrı yanındaki yuvalarına dönerler gün ışımasıyla!
Bu arada mümin kullar da câmi câmi dolaşıp, onlara, bu câmilerden birinde kadir ikramı rastlaması şansını değerlendirler!
...
Allâh Rasûlü Muhammed Mustafa (aleyhisselâm) merkezli “DİN” anlayışına göre “KADR” gecesi anlatımının deşifresi, yorumlanması ise ehlullâh indînde şöyledir:
“İnnâ enzelnaHU fiy LeyletilKadr” (97.Kadr: 1)
“Kur’ân” ismiyle işaret edilen “sırlar bütününü” ve “özündeki hakikati” (enzalna HÛ) kişinin, kendi varlığının “yok”luğunu (LEYL) yaşadığı anda, şuurunda açığa çıkardık. “Kur’ân ve insan ikiz kardeştir” uyarısı hatırlanmalı…
“Ve mâ edrake mâ LeyletülKadr” (97.Kadr: 2)
Bu hakikatin, sırrın (KADR), ne olduğunu bilir misin?
“LeyletülKadri hayrün min elfi şehr” (97.Kadr: 3)
KADR sürecinin yaşandığı “yok”luk karanlığı (gecesi), bin ayda (80 küsur yıllık insan ömrü sürecinden) yaşanabileceklerden daha hayırlıdır.
“Tenezzelül Melâiketü ver Rûhu fiyha Biizni Rabbihim min külli emr; Selâmun, hiye hattâ matle’ılfecr” (97.Kadr: 4-5)
Melekler (melekî kuvveler-kanatlar bu kuvvelerin 2-3-4 yönlü olması) veRuh (varlığındaki hüviyetin “HÛ” hakikatin anlamı), kişinin rabbinin (Esmâ terkibinin–varlığını oluşturan Allâh isimlerininin bileşiminin) izni (kapsamı-kapasitesi) kadarıyla, şuurunda açığa çıkar; böylece o anda, kendi “yok”luğu hissi yanı sıra, mutlak var olan “ALLÂH”ı hissedip yaşar! Her hükümden “Selâm”ette olarak!
Bu hâl; tâ ki, tekrar varlık, beşeriyet hissi ve fikri ağır basana (FECRE dönene) kadar devam eder.
Bu imkânı, yılın her gecesinde, yani, ismi “ALLÂH” olan indînde “yok”luğunuzu hissedebildiğiniz her süreçte, araştırın!... “Kadr gecesini yılın her gecesinde arayın” uyarısı...
“Ramazan’da arayın” uyarısı... Gerçek anlamıyla yaşanan oruç ile, kendinde beşeriyetten arınma ve hakikatini hissetme çabalarını verdiğiniz süreçte, bu hâli yakalamaya çalışın!
“Ramazan’ın son günlerinde arayın” uyarısı... Orucun taklidî değil tahkikî yaşanması sonucu; manevî arınmanın son evrelerinde bunu araştırın!
Şimdi, “KADR Sûresi”nde işaret yollu benzetmelerle anlatılanlardan algıladığımızı topluca ifade etmeye çalışayım:
İnsanın bir ömür boyu yaşadıklarından çok daha hayırlı olan bir an (KADR anı) vardır ki; bu anlık şuursal sıçrama veya açılım süresi içinde hakikatine ait bilgi, kendisine bir tenezzül, yani “özünden bilincine” doğru açığa çıkar! Bu “HÛ” hüviyeti hakikatidir!
Bu hakikat, “İnsan, Kurân’ın sırrı; Kur’ân, insanın sırrıdır” prensibince, insanın derûnundan gelen bir şekilde açığa çıkar!
Ne zaman?
Kişi, ben neyim, kimim sorgulamasıyla yola çıkıp, Allâh Rasûlü Muhammed (aleyhisselâm)’a iman edip, O’nun getirdiklerini anlamaya ve tanrı kavramından arınıp, ismi “ALLÂH” olanı en azıyla “İhlâs” Sûresi’nde bildirilen kadarıyla algıladıktan sonra... “ALLÂH” özel ismiyle isimlenmiş indînde, kendi birimsel varlığından, yani gün aydınlığından, “yok”luğunu fark etme karanlığına düştüğünde; tüm varlık nazarında varlıklarını yitirdiklerinde...
Hakikati olan ALLÂH isimlerinin özelliklerinin kendi varlığını oluşturduğunu hissettiği ve yaşadığı bir anda, RUH, yani bu Esmâ’nın anlamı ile, melekler, yani bu isimlerin kuvvelerinin her an kendisinde açığa çıkmakta olduğunu fark edip algılar!.. Bunu bir anda hissediş ve yaşayışı “KADR” hâlidir.
O an ne kendi kalır, ne de varlıktan bir zerre!..
“…li menil Mülkül yevm* Lillâhil Vâhidil Kahhâr”
“…‘Yaşanan süreçte (Allâh’a göre ‘AN’ vardır, tek bir süreç) Mülk kiminmiş?’... ‘Vâhid, Kahhâr olan (Tek ve mutlak hükmü zaman mekân kavramsız olarak yerine gelen) Allâh’ındır!’” (40.Mu’min: 16)
Gerçeğine şehâdet eder! “Eşhedü...”yü “OKU”r!.. Seyreden Kendi olur!
Bu hâl, onda kendini tekrar beşeriyet boyutunda buluşuna (fecre) kadar sürer. Böylece varlığının hakikatini yaşamış olarak ehli hakikat arasında tahkik ehli olarak yerini alır ve artık Kur’ân sırlarını “OKU”maya başlayarak ölümü (boyut değişimini) bekler ve yaradılış amacına uygun şekilde “KUL”luğuna devam eder.
Bunu niye yazdık?..
“Tanrının Buyruk Kitabı” diye nitelenen “Kitap”ın, bize göre çok çok farklı “bir SIRLAR KİTABI” anlamı ifade ettiğini; “OKU”nması öğrenilmedikçe, nelerden mahrum kalınacağı bilgisini sizlerle paylaşmak istediğim için yazdım...
Bu bir örnek... Başta “Mİ’RÂC” olmak üzere, böyle daha nice örnekler var deşifre edilmesi zorunlu, o yüce ALLÂH Kelâmı Kitap’ta!..
Ne yazık ki büyük çoğunluğumuzun ruhunun dahi haberi bile yok bunlardan belki!!! Kur’ân-ı Kerîm’i hâlâ tanrının buyruk ve tarih kitabı(!) sanıyoruz...
Bu değerlendirmede haklı olabilirim, yanılmış olabilirim! Ne var ki, böyle okuduk ehlullâh eserlerinde...
Haklı isek; bu anlayışı değerlendiremeyenler, daha başka nelerden mahrum kalmakta olduklarını kendileri düşünsünler!
Hatalıysak; o yukarılarda bir yerde oturup, melekler ve ruhu yılda bir kere yeryüzüne gece karanlığında yollayan tanrı elinde hâlimiz harap demektir!..
Kaynak : İnsan ve Din - Ahmed Hulusi