Message
“Evren, tümel aklın eseri olduğuna göre, evrendeki bir kısım varlıkların ilkelliklerinin sebebi nedir?”
Elf bir an durdu!.. İdepya’lıları düşündü... Oradan Kurgas dize yıldızlarını fikir gözüyle seyretti... Oradan, karşı galaksi Samanyolu’na geçip Güneş uydularını fikretti ve sonra Dünyalılara dair aldığı bilgileri derleyip topladı... Sonra, Setrilileri düşündü...
Tümel aklın tüm haşmetinden, akıldan mahrummuşcasına yaşayan primitif varlıklara kadar...
Evet, bu primitif varlıklar dahi, nasıl oluyordu da tümel aklın bir eseri ve kemâli olabiliyordu...
Bu çok zor sorunun cevabını hemen dizeledi...
“Tümel akıl için, ilkellik veya gelişmişlik diye bir şey mevzubahis değildir. O sadece, her an yeni bir şey icat eder ve dilediği düzene göre bunu ortaya çıkartır. Ancak bu ortaya çıkardığı şeylerin her biri kendisi için aynı değerdedir. Onlar arasındaki fark, o şeyle diğerleri arasında, birbirlerine göredir!.. Yani, değerlendirmeler tamamıyla göreseldir! Tümüyle bir isimlendirmeden ibarettir. Gerçek mânâdaki farklılık, değişkenlik; bilimsel açıdan ‘değerlendirme’ olarak ifade edilir. Ve bu da ifadeye çalıştığım gibi tamamıyla göresel (izafî)’dir… İşte bu yüzden, birimsel mânâda her ne kadar değerlendirme mevcut gibi görünürse de; kendilerini birimsel hüviyetten kurtarıp, tümel aklın aksettiricisi hâline getirenlerde, her birim eş ölçüde tümel aklın bir icadıdır.”
Aynha aldığı cevabı yeterli bulmuştu...
İkinci soruyu verdi:
“Birimlerin azap ve mutluluğu, tümel aklın aksettiricisi olmalarına rağmen nasıl olabilir?.. Tümel akıl için azap veya mutluluk mevcut mudur?.. Mevcut ise nasıl olur?.. Mevcut değilse, her şey ondan aksettiğine göre azap ve mutluluğun kaynağı nedir?..”
Elf, oldukça çapraşık olan bu soru karşısında da bir an durdu; o güne dek gelişmiş bulunan bellek denizindeki bütün fikir adacıklarını gezindi... Gerekli bağlantıları kurması hiç de güç olmadı ve hemen cevabını dizeledi gene...
“Azap veya mutluluğun kaynağı, birimlerin, birimsel varlıkları içinde birbirlerine bakmalarından; ve bu bakış açısından doğan değerlendirmelere saplanmalarından doğar!.. Birimlerin, birimsel varlıklarının bilinç boyutunda mevcut olmadığını fark etmeleri ve varlıklarının, tümel aklın aksettiricisi olduğunu idrak etmeleri nispetinde de, azap veya mutluluk kavramı varlığını tüketir; ve bütün birimler, ‘eş değer’ ifade etmeye başlar. Ancak, bu da, aksettiricideki tümel aklın görüntüsü ölçüsünde olur! Birim, kendisinde ve dışında, her şeyde görünenin tümel aklın bir eseri olduğunu fark ederse, her şeyi bir gözle görür ve artık onun için tüm zıtlar yok olur... Sadece, tümel aklın bir gözüyle diğer gözünü seyrettiği aşikâr olur.”
Gelişme sürecine oranla, Elf’in verdiği bu cevap da yeterli sayılabilirdi.
* * *
Aynha derhâl başka bir soruya geçti:
“Birimlerin varoluş noktası nedir?.. Sonu nedir?..”
“Birimlerin varoluş noktası, Tümel aklın icat vasfıdır!.. Sonu ise birimin sonsuzlukta, tümel aklın o vasfını sürekli olarak değişik şekillerle aksettirip gitmesi… Eğer mutlaka bir son kabullenmek gerekirse; birimin, tümel aklın aksettiricisi olduğunu idrak etmesini bir son olarak kabul edebiliriz... Bundan ötesi ise sonsuzluktur... Çünkü, tümel akıl için son düşünülemez, yani vasıfları için!..”
* * *
“Aynha, ek bir sorum var... Maddesel yaşam veya hayvansal yaşam dedin... Bundan kastın nedir?..”
“Bak Elf, maddesel yapıda, birçokları maden, nebat ve hayvan aşamalarını tamamlamış ve insan cesedine bürünmüşlerdir; ancak tümel akıl aksettiricileri, nebat veya hayvan aşamalarını geçememiştir... Bu yüzden de dış yapı ile çelişkisi, tümüne vâkıf olmayanları yanıltır...”
“Aynha… Maden, nebat, hayvan ve öz mânâda insan düzeyindeki Dünyalıları misaller ile tanımlayabilir misin?..”
“Bak Elf, bir birim görürsün oraya gittiğinde... Sûreti insandır!.. Ancak yaşam düzeyini incelediğinde görürsün ki, fikrî icat düzeyi sıfırdır. Davranışları, tümüyle yetişme süreci içinde aldığı şartlanmalar ile bedensel ihtiyaçlar gereği olarak ortaya konmaktadır... Bedenî zorunluluk olmasa, yeme, içme, uyuma, karşı cinsle temas kurma gibi davranışları bile ortaya koymaz. Fikrî hiçbir icadı yoktur. Bu madde düzeyindeki insansıdır!
Nebat (bitki) düzeyinde olanda ise, hareket etkendir. Bu da tamamıyla şartlanmalar ile yaşar, ancak hareket, onda kendini ortaya koyar... Bir şeyler yapmak ister... Ancak bütün bunlar, şartlanmalar veya bedensel zorunluluklar doğrultusunda ortaya çıkar... Âtıllık burada yerini hareketliliğe terk etmiştir... Bunda şartlanmalar ölçüsünde ve istikametinde bedenî zorunluluklara doğru hareket görülür çoğunlukla... Bu da insansıdır!
Hayvan düzeyindeki görünüm insansıya gelince... Bunda da etken olan şartlanmalar, bedenî zorunlulukların en iyi şekilde giderilmesi yolundadır. Devamlı hareket hâlindedir ve her bir hareketinden amaç da, daha iyi yemek, içmek, daha çok cinsel münasebetlerde bulunmaktır. Bu yaptıkları, şartlanmaların hükmü altında olarak, bir gayedir kendisi için... Sadece kendisini veya kendisiyle birlikte çok sevdiği birisini düşünür...
İnsan düzeyindekine geldiğimizde ise; onun durumu çok farklıdır. Öncekilerde olanlar, onda da vardır; ancak bunlar, onun yaşamında diğerlerinde olduğu kadar geniş yer tutmaz. Bedenî zorunluluklar sonucu olarak, belli bir ölçüde yapar yaptıklarını. En önemli taraf da, bunlar gaye değil, vasıtadır. Gayesi ise, kendisinin ne olduğunu bilmek, çevresinde gördüklerinin aslının ne olduğunu anlamak, geleceğinin ne olacağını görebilmektir.
İşte bu düzeye ulaşmış olanlar, ‘insan’ kavramına ‘ilk basamak’ olarak hak kazananlardır. Bu idrak düzeyindeki, gelişme kapsamı oranında öz yapısına erişir ve en sonunda, şayet kapasitesi müsait ise, bizler gibi tümel aklın tam bir aksettiricisi olabilirler.
‘İnsan’ genel adıyla tanınan türdeki çeşitli sınıfları, sana şöyle bir örnek ile de açıklayabilirim...
İnsan sûretinde bazı birimleri göreceksin ki; boyunlarının üstünde sanki baş yoktur!.. Kuru bir, başsız gövde gibidirler... Bedensel dürtülerinin doğrultusunda yer-içer, çiftleşir ve gözlerinin gördüğüne sahip olmak için yaşar, geçerler...
Bir kısım insanlar da vardır ki onların boyunlarının üzerinde sanki baş yerine bir teyp cihazı vardır... Onlarda bir öncekilerin yaptıklarına ilaveten, çevreleri kendilerini nasıl şartlandırırsa, o istikamette yaşarlar... Tıpkı bir android gibi!.. Çevreleri kendilerini nasıl şartlandırıp, belleklerine ne yüklerse, o şeyi hiç düşünmeden, eleştirmeden olduğu gibi doğru diye kabullenirler ve bu aldıklarını da aynen çevrelerindekilere aksettirirler!.. Kısacası, bir teyp bandı gibi, çevrelerinden ne alırlarsa aynen onu yansıtırlar, aldıklarına hiçbir düşünsel katkıları yoktur!..
Gene bir kısım ‘insan’ daha vardır ki; onların da boyunlarının üstünde, sanki baş yerine bilgisayar vardır!
Düşünme, değerlendirme, yorumlama, ve bunlara göre de kendi yaşamlarına yeni bir yön çizebilme yetisine sahiptirler!.. Bunlar sanki bilgisayar düzeyine yükselmiş insanlardır...
Kolay kolay şartlanmalar ile yaşamlarına yön vermezler... Her şeyin özünü, aslını araştırırlar ve sürekli yeniye ve bilgiye açık bir şekilde yaşarlar... Bunlar gerçek anlamıyla ‘insan’lık sınıfının alt tabakasıdır...”
“Bunun da ötesindekiler mi var Aynha?..”
“Evet Elf!.. Bunlardan öte, gerçek anlamda ‘İNSAN’ olan; bizlerden biri olduğu gerçeğine henüz Dünya’da iken erişmiş ve âdeta Dünyalılar arasında ‘garîp’ kalmış ‘Özben’ birimleri vardır ki; onları sana ne kadar anlatmaya çalışsam anlatamam!.. Çünkü onlar, tüm Dünya değer yargılarını aşmışlar, Tümel aklın gözü, kulağı, dili olmuş; Evrensel Sırlara sahip, insanlara ışık tutan birimlerdir... En az, senin kadar gerçeklere vâkıf olmuş; bedeni itibarıyla insan-beşer yaşantısı içinde; ancak, bunun ötesinde evrensel kozmik bilinç ile özdeşleşmiş birimlerdir ki onlar; tümel aklın insanlar arasındaki ÖZ sahibi şahitleri, uyarıcılarıdır…”
“Demek insanlar arasında böyleleri de vardır Aynha!..”
“Unutma ki Elf… Tümel akıl, her âlemde, tüm mükemmeliyetiyle seyreden gözlere, işiten kulaklara ve konuşan dillere sahiptir... Ama o ortamın diğer birimleri, bunların farkında bile olmazlar, algılama kapasiteleri dışında kaldıkları için!.. Onları da, kendileri gibi biri sanırlar! Zaten, beyinleri onları değerlendirebilecek düzeyde gelişmediği için, bildirilse dahi ellerinden bir şey gelmez!..”
Kaynak : Evrensel Sırlar - Ahmed Hulusi