“Sana, dizkapağının hemen altında bir ikinci beynin olduğunu söyleseler ve ayağını hareket ettiren de bu beyindir, deseler, kabul edebilir misin?”
“Elbette ki etmem!..”
“Niçin?”
“Çünkü dize kadar gelen sinir, beyinden çıkan sistemin bir uzantısıdır, dizkapağının altındakiler de ondan! Beden aslında bir bütündür!.. Bu bütünün bir parçasının, ayrı bir aklın yönetimi altında olduğunu kabul etmek muhaldir!..”
“Peki şöyle geniş düşünelim bir an...
Evrende galaksilerin belirli bir akış içinde olduğunu göz önüne alalım... Güneş sisteminin düzenli şekilde, bir noktadan diğer bir noktaya doğru akışına dikkat edelim... Suyun buhar oluşuna, bulut oluşuna, yağmur, kar, dolu oluşuna, tekrar maddeye dönüşüne bakalım... Tohumun bir bitki, ağaç, çiçek, meyva ve tekrar tohum hâline gelişine bakalım... Ve kısa kesip, misalleri fazla uzatmayalım...
Görüyorsun ki, makrokozmosdan mikrokozmosa kadar tam bir düzen mevcut... Buna, dileyen tabiat kanunu desin, dileyen ilâhî kanun; fakat ne isim verilirse verilsin, ortada mutlak kesin olan şey, bir düzenin ve sistemin varlığıdır...”
“Evet..?”
“Peki, düzen neyin sonucudur?”
“Düzeni meydana getiricinin!”
“Yani?”
“Evrende, düzeni kurmuş bulunan bir Kozmik bilincin!..”
“Peki bundan ne çıkar?”
“Evrende mutlak bir düzen hâkim ise, mutlak aklın eseri olarak; bundan çıkan sonuç da, her şeyin yerli yerince olduğudur! Yani olan, olması icap edendir! Bunu mu demek istedin?..”
“Hayır, bir başka noktaya değinmek istiyordum aslında, fakat bu buluşun da enteresan tabii!.. Ama, gene de bunu daha sonraya bırakarak, esas belirtmek istediğim noktaya gelelim...”
“Nedir o?”
“Evren, bütünüyle bir düzen içinde ise, ve birbirinden ayrı görülen çeşitli varlıkların yaşamları dahi, birbiriyle bağlantılı olarak bir gelişme gösterdiğini ortaya koymaz mı?”
“Evet..?”
“Öyle ise bu takdirde, makrokozmosdan mikrokozmosa kadar, tam bir bütünlük ve düzen içindeki âlemden insanı ayırarak; evrende hükmünü icra eden Kozmik bilinçten ayrıca, ekstra bir akıl da insanda vardır; ve insan, bu ekstra akılla, bedende hükmünü icra ederek, dilediğince yaşamını sürdürmektedir, diyebilir misin?..”
“Mantıken hayır!.. Diyemem!.. Ama bu durumda da ortaya bir yığın soru çıkar, onların cevabını nasıl vereceğiz?”
“Başka soruların cevabını verememen, ortada olan bir gerçeğin inkârına hiçbir zaman sebep olmamalıdır!.. Ayrıca, cevabını veremeyeceğimiz hiçbir soru yoktur...”