Message
Kur’ân-ı Kerîm’de İhlâs Sûresi’nde:
“De ki, O ALLÂH AHAD’dır;
ALLÂH SAMED’dir;
LEM YELİD ve LEM YÛLED’dir;
ve LEM YEKÜN LEHÛ KÜFÜVEN EHAD’dır!..”
“Hz. Muhammed’in açıkladığı Allâh”ın ne olduğunu açıklayan bu sûrede öncelikle, kelimelerin geniş mânâsı üzerinde duralım... Ve sonra da bu mânâların getirmekte olduğu sonuçlar üzerinde düşünmeye başlayalım...
“ALLÂH AHAD”dır... Yani, sınırsız, sonsuz, cüzlere ve zerrelere bölünmesi söz konusu olmayan TEK’tir...
Şimdi bu tanımlamayı iyi düşünelim!..
Cüzlere, zerrelere bölünüp parçalanması mümkün olmayan “AHAD”, ya sonlu sınırlı bir tektir, ki bu takdirde evrenin herhangi bir yerinde oturmaktadır (!); ya da sonsuz, sınırsız cüzlere ayrılmaz TEK’tir, ki bu takdirde de ancak ve sadece, tekrar ediyorum ancak ve sadece “KENDİSİ” mevcuttur!..
“AHAD” olan “ALLÂH”ın dışında herhangi bir varlığın mevcudiyetini ileri sürmek önce akıl ve mantığa, sonra da izan ve insafa sığmaz!..
Düşünelim...
Şayet Allâh’tan ayrı, Allâh’ın dışında bir varlık var ise... Bu varlık ile Allâh arasındaki sınır nerededir?.. Bu sınırı nerede çizeceksiniz?..
Ya varlık; mevcut, sınırsız sonsuz TEK’tir, ikinci bir varlık yoktur!..
Ya da sınırlı sonlu, evrenin içinde bir yerde, veya evrenin dışında MEKÂNI OLAN bir Tanrı mevcuttur!!?
Burada idrak edilmesi en önemli olan şey; “SINIRSIZLIK-SONSUZLUK” kavramıdır...
Şimdi bu “sınırsızlık-sonsuzluk” kavramını en - boy - derinlik olarak değil, boyutsal olarak kavramaya çalışalım...
Gerçekte, mevcut olan TEK, bölünmez, parçalanmaz, sınırsız-sonsuz olan TEK’tir!.. AHAD’dır!.. Eşi, misli, benzeri, mikro ya da makro planda kendisinin dışında hiçbir şey olmayan “ALLÂH AHAD”dır!..
Ancak biz, mevcut algılama araçlarımıza bağımlı olarak, o TEK yapıyı, çok parçalardan oluşmuş bir bütün gibi değerlendirme yanılgısı içindeyiz!.. Çünkü, beynimiz kesitsel algılama araçlarına göre hüküm vermekte!..
Oysa beyin, kesitsel algılama araçlarının yani beş duyusunun son derece sınırlı değerlendirme kapasitesi ile kayıtlı kalmasa... Bu sınırlar içinde algıladığı verileri sadece, evrendeki sayısız varlıklardan birer kesit veya birer örnek kabul etse...
Sonra derin bir tefekkür ile, algılayabildiği örneklerden; daha nelerin mevcut olabileceğini tespit edebilse... Ve sonra, onların yapısal derinliklerine doğru, boyutsal bir seyahat yaparak, evrensel ÖZ ile karşılaşsa... Ve nihayet kendi “ben”liğinin dahi o evrensel “ÖZ” içinde “yok” oluşunu fark edebilse...
İşte bu işin çok önemli bir yanı...
Konunun ikinci önemli yanı da şurası...
Hz. Muhammed’in açıkladığı “ALLÂH”, “AHAD” yani sınırsız-sonsuz, zerrelere ayrılmaz olduğuna ve bu durum her yöne ve her BOYUTA şâmil bulunduğuna göre; bu takdirde O’nun varlığı yanı sıra, var olabilecek ikinci bir varlık, nerede, hangi BOYUTTA veya hangi başlangıç noktasında O’nun varlığına bir sınır çizerek, kendine yer açabilecektir?!!
“AHAD ALLÂH” dışında var kabul edilecek ikinci bir varlığın, Tanrı’nın yeri neresidir?..
“ALLÂH”ın içinde mi, yoksa dışında mı?!!
“ALLÂH”, sonsuz-sınırsızdır, dedik...
“ALLÂH”ın sınırsız-sonsuz oluşu dolayısıyla bir MERKEZİ olması da muhaldir!..
Bir şeyin merkezi olması için, onun sınırları olması, bu sınırların köşelerinin kesiştiği noktanın da merkez kabul edilmesi gerekir...
Hâlbuki, “ALLÂH”ın sınırı yoktur...
Sınırı olmayan şeyin, merkezi de olmaz!.. Merkezi olmayan şeyin özü, içi ve dışı da olmaz!..
Bizim beş duyusal yaşamımıza ve beş duyudan ileri gelen madde kabulümüze göre, bir nesnenin içi ve dışı vardır; özü vardır, kabuğu vardır!.. Oysa, merkezi olmayan şeyin özü ve kabuğundan, içi ve dışından söz edilemez!..
Nitekim bu mânâ Kur’ân-ı Kerîm’de bir âyette şöyle vurgulanmaktadır:
“Hû’vel’Evvelu vel’Âhıru vezZâhiru velBâtın”
“HÛ’dur; Evvel, Âhir, Zâhir, Bâtın...” (57.Hadiyd: 3)
Yani; Zâhir, Bâtın, Evvel ve Âhir diye bildiğin hep “O”dur!.. Bunlar, gerçekte TEK bir şeydir!.. Yani, zâhir ve bâtındiye iki ayrı şey yoktur!
“Evvel, Âhir, Zâhir, Bâtın” kelimeleri ile işaret ettiğin şey hep “O”dur!..
Sen, “O”na, ister “Zâhir” de, ister “Bâtın” de, ister “Âhir” de, ister “Evvel” de; dediğin, işaret ettiğin, tarif ettiğin hep “O”dur!..
Zira, zâhir-bâtın ayırımı senin beş duyundan doğmaktadır!.. Beş duyu ile algılayabildiğine “zâhir” diyorsun, algılayamadığına “bâtın”!..
Oysa altı, yedi, on iki duyu ile algılama durumunda olsaydın, senin için zâhirler de değişecekti, bâtınlar da!.. Ve sen, bugün zâhir dediğine bâtın, bâtın dediğine zâhir demek durumunda olacaktın.
“ALLÂH” ise sınırsız-sonsuz TEK olması hasebiyle, “ZÂHİR” ve “BÂTIN” kavramlarından berîdir, münezzehtir!..
Evet... Merkezi, içi-dışı, zâhiri-bâtını, başı-sonu olmayan; bu gibi anlamlardan ve oluşlardan berî olan varlığın, bir yerde son bulup; o noktadan sonra, ikinci bir ayrı varlığın başlamasından söz edebilir misiniz?..
Elbette hayır!..
İşte bu yüzden fark ederiz ki, düşünebilen, hayal edebilen her noktada, tüm özellikleriyle; ve “ZÂT”ıyla ve dolayısıyla tüm özellikleriyle ancak ve ancak, sadece ve sadece KENDİSİ yani “AHAD” olan “ALLÂH” mevcuttur!..
“O”nun dışında, ikinci bir varlığın vücudundan söz eden ise, tümüyle derin düşünce yetersizliğinden doğan yanılgı içerisindedir!.. Ki bu durumun dindeki adı da “ŞİRK”tir!..
“ALLÂH”, “AHAD” olduğuna göre... Kendi varlığı yanı sıra ikinci bir varlıktan söz edilemez!..
Ve gene, “O”nun zerrelere ayrılması şeklinde zaman boyutuna girmesi de söz konusu değildir...
“ALLÂH SAMED’dir”...
“SAMED” kelimesinin anlamında derinlemesine bir araştırma yaparsak, şu mânâlar ile karşılaşırız bilebildiğimiz kadarıyla...
Hiç boşluğu olmayan, eksiksiz, gediksiz, deliksiz, nüfuz edilemeyen... Bir şey girmez, bir şey çıkmaz!.. Som... Hani som altın deriz ya; işte öyle... Yani bir diğer ifade ile “sırf”!..
Görüldüğü gibi bütün bu mânâlar esas itibarıyla “AHAD” isminin mânâsını bütünleyen açıklamalar şeklindedir.
Öyle ise “ALLÂH, DOĞURMAMIŞTIR” uyarısı hangi mânâlarda anlaşılacaktır?..
İlk anlayacağınız mânâ şudur:
“Allâh” kendisinden ikinci bir varlık meydana getirmemiştir!..
Ya da başka bir ifade şekliyle; “Allâh”ın varlığından meydana gelmiş ikinci bir varlık mevcut değildir!..
Çünkü O, cüzlere, zerrelere bölünmesi parçalanması mümkün olmayan TEK’tir, yani “AHAD”dır!..
1. Sınırsız sonsuzdur ki, bu yüzden ikinci bir varlığı kendi içinde veya dışında meydana getirmesi söz konusu olamaz.
2. “AHAD” oluşu dolayısıyla cüzlere, zerrelere ayrılmaz ki, O’ndan meydana gelen ikinci bir parça olsun!..
İşte bu yüzden, “ALLÂH”tan meydana gelmiş, O’nun doğurduğu, O’nun özellikleri ile de olsa, ikinci bir varlığın mevcudiyetinden asla söz edilemez!
Netice...
“ALLÂH”, ne başka bir varlık tarafından doğurulmuş yani meydana gelmiştir; ne de O’nun doğurduğu, yani O’nun varlığından meydana gelmiş ikinci bir varlık mevcuttur!..
Bu arada açıklamadığımız bir husus daha var...
Onu da görelim...
Şimdi de “LEM YÛLED”i anlayalım...
“Doğmamıştır” dendiğine göre burada bize şu idrak ettirilmek isteniyor demektir.
“ALLÂH, başka bir varlıktan meydana gelmemiştir!..”
“Allâh”ın başka bir varlık tarafından meydana getirilmesi nasıl düşünülebilir ki?.. Zira O, “AHAD”dır!..
Yani sınırsız-sonsuz, cüzlere bölünme kabul etmez TEK’tir!..
“Allâh”ı meydana getirecek bir varlık düşünebilmek için, “Allâh”ın ister yönsel, ister BOYUTSAL bir SINIRI olması gerekir ki; o sınırın ötesinde O’nu meydana getirecek ikinci bir varlık olsun!!! Ve sonra da o ikinci varlık kendisinden “Allâh”ı meydana getirsin!!!
“ALLÂH”, “AHAD”dır!..
“AHAD” olan “ALLÂH” ise, sınırsız-sonsuz, zerrelere bölünmezdir...
Bu sebeple de, kendisinin bir noktada bitip, o noktadan sonra ikinci bir varlığın başlamasından söz edilemez!..
Bu yüzden de “ALLÂH”ı meydana getiren, DOĞURAN, ikinci bir varlıktan bahsedilemez, böyle bir şey düşünülemez!..
İşte, “LEM YÛLED” uyarısının bize anlatmak istediği, anlayışımız kadarıyla budur...
Geldik bu tarif metnindeki son uyarıya...
“LEM YEKÜN LEHÛ KÜFÜVEN EHAD”
“O’nun dengi, misli, mikro ya da makro benzeri mevcut değildir, AHAD’dır.”
Burada şu âyeti de hatırlayalım:
“...LEYSE KEMİSLİHİ ŞEY’A...” (42.Şûrâ: 11)
“İster mikro, ister makro planda O’nun misli olabilecek hiçbir şey mevcut değildir.”
Bu arada, konuya vukufu olmayanların düşecekleri bir hatayı önleme amacıyla, şu hususu da belirtmeden geçmeyelim...
Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli yerlerde “İlâhımız”, “İlâhınız” gibi ifadeler geçmekte; ancak akabinde de “İLÂH”ın, “ALLÂH” olduğu vurgulanmaktadır...
Peki bu duruma göre, “ALLÂH”ın, bir “ilâh” yani “tanrı” olduğu ileri sürülemez mi?
Sürülemez!..
Bu gibi tanımlamalar, “ilâh”a yani “tanrı”ya tapanlara yapılan açıklamalardır.
Yani onlara denilmektedir ki;
“Sizin, İLÂH sandığınız, TANRI dediğiniz şey mevcut değildir; gerçekte var olan SADECE “ALLÂH”tır!.. Sizin ve bizim ‘İlâh’ımız hep aynı ve tektir... Ve dahi, O da ALLÂH’tır...”
Evet, bu açıklamalardan gaye, o kişilerin belirli bir “tanrı” varsayımından kurtulup, “ALLÂH”ı idrak etmeye çalışmalarıdır...
Şimdi, elimizi vicdanımıza koyarak düşünelim...
Varlığına iman ettiğimiz, ya da inanmadığımız, ancak her iki hâlde de “ALLÂH” adını verdiğimiz Tanrı ile; burada tarif edilen Hz. Muhammed’in açıkladığı “ALLÂH” aynı mıdır?
Hz. Muhammed’in açıkladığı “ALLÂH” için “Tanrı” kelimesi kullanılabilir mi, ya da “tanrılık” mefhumu kabul edilebilir mi?.. Düşünülebilir mi?!.
Yani gerçekte, dün - bugün - yarın var olan ve sonsuza dek var olmakta devam edecek olan “BÂKΔ, “VECH”tir.
“VECH”in perdesi olan yegâne şey ise, o şeye ait olan “İSİM”dir... Ki o isim, sonradan “VECH”in bir mânâsı üzerine konmuş bir perdedir... Perdenin ardındaki varlık ve onu meydana getiren mânâlar ise “ALLÂH” isimlerinden varlıklarını alırlar...
Sonuç olarak şunu kesinlikle bilelim ki...
Kur’ân-ı Kerîm’de ve Hz. Muhammed’in açıkladığı “ALLÂH” kavramında, ötede ya da ötende, yani senin dışında bir tanrı kavramından söz edilmeyip; sadece kendisi var olan sonsuz-SINIRSIZ “TEK” fark ettirilmeye çalışılmaktadır...
Kaynak : Dinin Temel Gerçekleri - Ahmed Hulusi