Message
Allâh’ın; Zâtı nedir; Sıfatı nedir; Esmâsı nedir?
“Zât” kelimesi ile ne kastediliyor? “Sıfat” kelimesi ile ne kastediliyor? “Esmâ” kelimesi ile ne kastediliyor? Ne anlatılmak isteniyor? Önce bunu iyi anlamak lazım!
Bunu anlatmak için de, size şu misali vererek açıklamaya gayret edeyim...
Bir kişi “ben” der... “Ben” dediğin zaman sorarım! Nedir bu “ben” kelimesi ile işaret ettiğin şey? “Ben” kelimesini, sen bana izah etmek istediğin zaman, belli vasıflarından, özelliklerinden söz edersin ancak!
“Ben, canlı bir varlığım. Benim bir aklım var. Şuurum var. Belli bir dileme gücüm var. Belli birtakım şeyleri yaparım” dersin.
Bu tarif, gerçekte “ben” kelimesinin karşılığı, açıklaması değildir! “BEN”in, “ben” kelimesi ile işaret edilen varlığın, sahip olduğu özellikleri anlatma sadedinde yapılan bir açıklamadır.
Bana, “Hulûsi” adını vermişler.
“Kimdir Hulûsi” dediklerinde. “Benim” derim. “Peki, sen kimsin” diye bana sordukları zamanda “BEN” kelimesi ile işaret olunan orijin varlığı, ben anlatamam!
Yani, “Zât”ımı anlatamam... O, orijin varlığa “Zât” adı verilir tasavvufta!
“Zât”ımın sahip olduğu özellikleri yani sıfatları anlatmam mümkündür! Yani, vasıflarımı anlatırım. Bir diğer ifade ile sıfatlarımı, anlatırım!
Mesela; “Hayat” sıfatına sahibim ben... Hayatım olduğu için varım. Varlığım, hayatta olmamı açıklar! Demek ki, benim bir vasfım; Hayatta olmam!
Yani, “Hayy” isminin mânâsı bende mevcut olduğu için; hayatta olan, canlı bir varlığım! “Ben”im, bir vasfım bu!
Sonra, aklım var, şuurum var!
Şuur, belli bir ilmin ifadesidir. Az veya çok, bir ilmin ifadesidir. Demek ki, “ben”im bir ilmim var. Bir vasfım da, ilim!
Yani, “Aliym” isminin mânâsına da sahibim. Böyle bir mânâ da bende mevcut. “BEN”de! mevcut!
Sonra... Bu ilmimi, bildiklerimi “açığa çıkarma, ortaya koyma” özelliğine sahibim. İster düşüncede, düşünce planında açığa çıkarayım! İster eylem planında! Bunu açığa çıkarma özelliğine sahibim. Yani, dilerim, isterim, irade ederim. Demek ki, irade sıfatı da “ben”de mevcut!
“Müriyd” isminin işaret ettiği, “irade etme, dileme, arzu etme” özelliğim de var! Bu da, benim bir vasfım!
Bundan sonra açığa çıkarttıklarımı, bir kuvvet bir kudretle meydana getiriyorum. Demek ki, kuvvet ve kudretim de var! Bu, açığa çıkarmayı irade ettiklerimi, çıkartabiliyorum. Çıkması kudretle meydana geliyor.
Yani, “Kaadir” isminin mânâsı da, benim varlığımda mevcut.
Sonra! Açığa çıkarttıklarımı algılayabiliyorum. “Semi”nin mânâsı, algılamaktır.
Ve, “Basıyr”... Algıladıklarımı değerlendiriyorum. Yani, “ben”de “Basıyr” sıfatı da var!
Bütün bunlar, benim ana vasıflarım...
Ama, dikkat edin! Gene de ana vasıflar dediğim, bu özellikler, vasıflar bendeki, “BEN”deki özelliklerin bir kısmı...
Bunun yanında acaba daha başka ne vasıflarım var? Bunları açığa çıkartmadığım için belli değil!
“Ben” dediğim, nasıl bir şey?
İşte bu, meçhul!
“Ben”deki, bazı özellikler biliniyor. Biliyorum! Açığa çıkarmışım, tespit etmişim ama, bunun ötesinde, “ben”de acaba neler var?
“Ben”i görebiliyor muyum? “Ben”i algılayabiliyor muyum? Hayır!
Sadece, “BEN”in varlığını tespit ediyorum algılamakta olduğum özellikleriye, ilim özelliğimle...
“Ben” var! Bu özelliklerin mevcut olduğu bir varlık var!
Ama, O nedir? Burası kapalı!
Onu hiçbir bilinç ortaya çıkartamıyor.
Hiç kimsede O, ortaya çıkmadığı gibi; “Allâh”ın “Zât”ı da hiçbir şekilde açığa çıkmaz; onun için konuşulup, tartışılamaz ve “Zât” hakkında hüküm verilemez!
Bunun için de, Allâh Rasûlü;
“Allâh’ın Zâtı üzerinde tefekkür etmeyin!” diyor.
Çünkü, Zât hakkında tefekkür ediyorum sanırsın; oysa Zât’ı üzerine değil, vasıfları üzerine düşünmektesin; bunun bilincinde değilsin!
Zira, saydığım bütün bu özellikler “Zât”daki yani, “Ben”deki belli özellikler, vasıflar!
Orijinde ne var? Meçhul!
“Allâh” ismiyle işaret edilen, ilim sıfatından bildiğimiz, anladığımız kadarıyla, Esmâsı ile; yani Allâh’ın isimleri ile işaret edilen özelliklerle sayısız varlıkları yaratmıştır.
Bunları ne ile yaratmış?
Zâtî vasıfları olan, İlim, İrade, Kudret vasıfları ile yaratmıştır.
Yani, bu özellikleri ile bunları yaratmıştır. Ama, bunları yaratan “Zât”, nasıl bir “Zât”tır? Sualinin cevabı burada yok!
Zât’ın anlaşılması, Allâh’ın Zâtı’nın anlaşılması muhâldir.
Bir ressamın eserlerini görebilirsin. Sayısız resimler yapar!
Sayısız resimleri, kendisindeki sayısız özelliklere dayanarak yapar. Ve, ressamda daha ortaya koymadığı sayısız özellikler var. Ama, bu özellikler nerede ve ne’de mevcuttur dendiği zaman; ressamın “Ben”liğinde, “Zât”ında mevcut, dersin. Başka bir açıklama getiremezsin artık, mümkün değil!
İşte, onun içindir ki, Allâh’ın Zâtı’nı anlayıp, idrak etmek mümkün değildir.
“Zâtı ile şöyle yaptı, Zâtı ile böyle yaptı. Zâtımda zâtı mevcut!” türünden ifadeler dahi, aslında yetersiz ve kullanılmaması gereken ifadelerdir.
Kullanılıyorsa, bir şeyi anlatmak, tanımlamak amacı ile anlatılır. Ama, gerçekte kullanılmaz!
Çünkü, Allâh’ın Zâtı; ifadeye, kelâma, düşünceye, tefekküre gelmez!
Allâh, bütün mevcudatı, kendi ilmi ile, kendi ilminden ve kendi yarattığı özelliklerle meydana getirmiştir.
O varlıkların hiçbirinin elinde değildir, var olmamak ya da var olmak!
Yaratan, hangi amaç ve gaye ile onu yarattıysa, o, amacına göre görevini yapar. Bu, doğal kulluğudur. Ya da fıtrî kulluğudur.
Onun yaradılış amacı, sana vesile olmak, sana bahane olmak!
Onun bu işte nasibi yoktur. Sana vesile olmak için yaratılmıştır. Görevini yapar ve gider.
Niye böyle?
Allâh onu, o amaçla yaratmış...
Mozaiğin bir kısmını kare şeklinde, salonuna döşemiş, bir kısmını da merdiven basamağında kullanmışsın! Sana soruluyor mu? Niye, mozaiği kare şeklinde salonda veya merdivenin birinci basamağında kullandın, diye!
Sana sorulmadığı gibi, Allâh da “Mâlik’el Mülk” olarak mülkünde dilediği gibi tasarruf eder, yani dilediğini dilediği amaca uygun olarak, dilediği görevle yaratır.
O, kulluk görevini yapar, vazifesini tamamlar ve geçer gider...
Neticede; her birimiz, Allâh’ın ilminde bize takdir ettiği görevi ve yaşamı, yaşamak ve yerine getirmek üzere var olmuşuz.
Bu sebepten dolayı da, herhangi bir kişiyi suçlayamayız! Kınayamayız! Hor hakir göremeyiz! Dileriz ki, Allâh ona da selâmet ihsan etsin! Ama, eder veya etmez. O gene O’nun bileceği iş! Niye etti veya niye etmedi de diyemeyiz!
Eğer biz, ilim üzere isek şükrederiz. Çünkü, bize bunu takdir etmiş. Şükründen âciziz.
Biz seçip almadık, ilim üzere olmayı! Yok, ilim üzere değil de, delâlet üzere isek, gene hamd ederiz. Çünkü, bize bunu takdir etmiş, bunu uygun görmüş. Ne söyleyebiliriz ki! Onun hâli bize nasip olabilirdi. Bizim hâlimiz ona takdir edilebilirdi.
Kaynak : Cuma Sohbetleri - Ahmed Hulusi