Message
Cehennemin üstündeki Sırat, şu dünya yaşantısıdır.
Şu anda siz, Sırat’ın üstünde adım atıyorsunuz.
Bu attığınız adımlarla, yanlışlık yapıp, cehenneme düşüyorsunuz, bu defa yanmaya başlıyorsunuz, üzülüyor, sıkılıyor, bunalıyorsunuz, isyan ediyorsunuz.
Ama, bütün bu isyan ve üzüntüler, sıkıntılar sizin azabınızı hafifletmiyor. Sonra tekrar o cehennemden, sıratın üstüne sıçrayıp gene yürümeye devam ediyorsunuz!
Şimdi, burada bir nebze duralım ve şunu anlamaya çalışalım!
Bizim, cehennem azabını şu Dünya’da iken çekmemizin sebebi, yanlış bilgilenmeler sonucu, bizde oluşan sahiplik duygusu ve hırstır.
İnsanın cehennemde yanmasına; Dünya’da veya âhirette, kabir aleminde veya mutlak cehennemde yanmasına yol açan şey sahiplik duygusu ile hırstır.
Bir insanda kanaat varsa, cehennemin yarısından kurtulmuştur.
Bir insan sahiplik duygusunu atıp da;
“Mülkün sahibi Allâh’tır! Mülkünde dilediği gibi tasarruf eder!” diyebilirse, cehennemin tamamından kurtulmuştur, tamamından azât olmuştur.
Mâdemki, bu varlığı yaratan Allâh!..
Ben, mülkün sahibi olarak şu kâğıdın üstünde istediğim gibi tasarruf edebiliyorum; ister yırtar, ister cebime koyar, ister başıma koyar, ister yere atarak üstüne basarım... Bu kâğıt benim olduğuna göre, dilediğim gibi tasarruf edebilirim, diyebiliyorsam...
Mâdemki, “Mâlik’el mülk” yani “mülkün sahibi” Allâh’tır diyorum; Allâh mülkünde dilediği gibi tasarruf eder, kimse O’na karışamaz, etkileyemez, hesap soramaz!..
Öyleyse, her birimizin üzerinde mutlak tasarruf sahibi olan Allâh’tır!
Dilerse, vezir eder, dilerse rezil!
Dilerse, başlara tac eder, dilerse ayakkabı!
Ona; “Niye beni aç bıraktın” demeye benim hakkım yok!
“Niye bu hazımsızlık” demeye de hakkım yok!
Allâh’ın mülkünün içinde isem ben, O’nun tasarrufu altında isem;
“Allâh dilediğini yapar!..”
Allâh’a iman etmiş kişi olarak bize düşen şey; O’nun hükmüne ve takdirine razı olmak!
“Yâ Rabbi!.. Bugün aç bıraktın, yarın da, dilersen doyurursun. Bugün rezil ettin, edersin! Yarın, dilersen vezir edersin. Sen ne dilersen onu yaparsın. İçinde bulunduğum her hâl, senin hükmün ve takdirin gereğidir” diyebilmek!..
Bunu diyebilirsek, işte o zaman, iman sahibi bir kişi olarak, Sırattan kolaylıkla geçer, ateşe, azaba düşmez, cennete ereriz.
Yok eğer bunu yaşayamazsak, “Ben mülkün yegâne sahibiyim!” derken Allâh;
“O mülkün biraz da sahibi benim. Bana niye böyle davranıyorsun?” diye Allâh’a hesap sormaya kalkarsak,“göğe tüküren adam”a benzeriz.Bir yere ulaşmaz o tükürük, döner kendi yüzümüze gelir.
Akıllı adam, Allâh’a isyan edilmeyeceğini idrak eder.
Zira bu isyan ve itiraz, hiçbir şey kazandırmaz! Senin hayatını cehenneme döndüren ateşin, biraz daha körüklenmesini sağlar.
İman, insanı cennete sokar.
İmansızlık ve isyan ise, insan hayatını cehenneme çevirir, daha Dünya’da iken...
Onun içindir ki, önce çok iyi bir biçimde neye iman edeceğimizi bilmemiz gerek!
Allâh’ın, mutlak kuvvet, kudret ve tasarruf sahibi olduğunu bilmek, imanın başıdır.
Her an her zerrede tasarruf edenin Allâh olduğunu bilmek ise, imanın kemâlidir.
Karşındakinin fiilini ve hâlini Allâh’tan bilmediğin anda, Allâh’ı inkâr durumuna düşersin.
Hâlin, “şirki hafî” denilen gizli şirk hâlidir.
Şirk hâlinde ölenin âkıbeti ise önce, kabir cehennemidir.
Dünya’da yaşarken cehennem azabını yaşamanın, yanmanın sebebi, şirki hafî denilen, gizli şirktir.
Ancak, gizli şirki atmış olabilenin ateşi, azabı, cehennemi biter.
“Ey mümin, üzerimden çabuk geç! Nûrun ateşimi söndürüyor!” şeklindeki hitabı cehennemin; iman ehli kişinin inancının, azap ortamını ortadan kaldırdığını, anlatmaktadır.
Aynı sıkıntılı ortamı paylaşan iki kişiden biri imanlıdır; “Allâh böyle takdir etti, böyle oluyor, bunda da bir hikmet var” der, azabı, sıkıntıyı duymaz!
Diğeri ise, Allâh’ı görmez. Gizli şirk ehlidir, cehenneminde yaşar.
O başına gelen işin Allâh’tan olduğunu bilmez... “Falanca yaptı da onun için bu iş başıma geldi” der. Ve bu sefer kendini, kendi eli ile ateşe atar.
Bilmez ki, başına gelenlerin tümü, falanca veya filanca kişinin yapmasından değil; Allâh’ın ona, o olayı yaşamasını takdir etmesinden, o hâli yaşamasını dilemesindendir.
O yaşadığı kötü olay, tecrübedir.
İnsan, bu dünyaya belli tecrübeleri yaşayarak, belli bir kemâle ulaşmak için gelir.
Yaşanılan her kötü olayda da bir ibret vardır.
Bu ibreti, ya o olayı yaşarken alırsın, ya da, aradan üç ay, beş ay, bir sene, beş sene geçtikten sonra alırsın. Ama neticede, yaşanılan her olayda bir ibret vardır.
Yaşanılan her azap ve sıkıntı birtakım yanlış, eksik bilgilerin giderilmesine vesile olur.
Yaşanılan olaylar, “insan”ı gerçeğin dünyasına yönlendirir. İnsanı, hayal dünyasından çıkartır.
En önemli nokta burasıdır!
Hepimiz kendi kafamızda bir hayali dünya yaratırız. Hayali değerler oturturuz. Hayali kavramlar meydana getiririz. Ve, öyle bir dünyada yaşar, orada kendimizi hapsederiz!
Hâlbuki, yaşanılan gerçekler öyle değildir.
İnsanın hayal dünyasındaki değerleri ne kadar çoksa, yaşamın gerçekleri ile karşılaştığı zaman duyacağı azap da o kadar fazla olur.
Ne kadar gerçekçi yaşarsan, Allâh’ın yarattığı bu Sistem ve Düzeni, ne kadar gerçekçi bir biçimde anlayıp değerlendirebilirsen, olaylar karşısında o kadar az etkilenirsin. Olaylar seni o kadar az sarsar.
Ve, kendini o kadar sağlam bir geleceğe hazırlarsın!
Dolayısıyla, gerek Dünya’da yaşarken, gerek daha sonrasında; çeşitli azap ve sıkıntılardan, yanmalardan kurtulmak; Dünya’da yaşarken huzura ermek, ancak ve ancak Allâh’ı bilmek, O’nun var ettiği Sistem ve Düzeni idrak etmekle mümkün olur.
Kim, Allâh’ı ötede bir tanrı gibi düşünüyorsa, o anda veya o düşüncesi devam ettiği sürece, Dünya’da da, âhirette de azap çekmeye mahkûmdur. Kendi azabını kendisi oluşturuyordur.
Nitekim, hadîs-î şerîfte;
“Cehennemde ateş, odun yoktur! Herkes kendi ateşini, odununu dünyadan kendi götürür” buyuruluyor...
Dünya’da edindiğin yanlış değerler, yanlış şartlanmalar, yanlış kabuller, senin bu Dünya’da da yanmana, azap çekmene sebep olur, öbür dünyada da!..
Öyle ise..
Biz, zâhiren ve bâtınen kurban edebilirsek benliğimizi; benliğimizdeki yanlış bilgileri, yanlış bilgilerden kaynaklanan yanlış duygu ve düşünceleri atıp arınabilirsek, kendimizi o kadarıyla cehennemden kurtarır, cennete yaklaşmış oluruz.
Bunun en kısa formülü de...
Başımıza gelen, karşılaştığımız her olayın, Allâh’ın hükmü ve takdiri olarak başımıza geldiğini, gelmemesinin mümkün olmadığını, bunun zaten takdir gereği yaşanacak olduğunu, değiştirmenin asla mümkün olmadığını, anlayıp idrak etmektir.
O an için gereken ise...
Allâh’ın bunu takdir edip, bunu yaşattığını, daha sonra da daha güzel şeyler yaşatabileceğini kabul edip, anlayıp, idrak edip, bunun gereği bir biçimde adım atmaktır...
Selâmet, Allâh’a mutlak teslim olup, hükmünden ve takdirinden razı olmaktır.
Kaynak : Cuma Sohbetleri - Ahmed Hulusi