Message
Sahihi Müslim isimli kitapta, Ebu Hureyre’nin naklettiğine göre; Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm) şöyle anlatmıştır:
“Âdem ile Musa (aleyhisselâm) Rableri katında birbirlerine karşı deliller ortaya koymak suretiyle tartıştılar. Ve neticede Âdem delil gücüyle Musa’ya galebe çaldı.”
Musa;
– Sen Allâh’ın kendi eliyle yarattığı; kendi ruhundan, ruh nefh ettiği; meleklerini secde ettirdiği; cennetine yerleştirdiği ve sonra da yaptığı hatadan dolayı bütün insanları indirten Âdem değil misin? diye hitap etti.
Bunun üzerine Âdem (aleyhisselâm) da Musa’ya cevap verir;
– Sen Allâh’ın Rasûllüğü ve kelâmıyla mümtaz kılıp seçtiği; içinde her şeyin açıklaması bulunan levhaları verdiği; sessizce konuşucu olarak kendine seçtiği Musa’sın! Benim yaratılmamdan kaç sene evvel Allâh’ın Tevrat’ı yazdığını biliyor musun..?
Musa (aleyhisselâm) cevap verdi;
– Kırk sene evvel!..
Âdem dedi ki;
– Peki Tevrat’ın içinde, “VE ÂDEM RABBİNE ÂSİ OLDU DA ŞAŞIP KALDI” (20.Tâhâ:120) âyetini buldun mu?.. Tevrat’ta böyle bir âyet yazılı mıydı?
– Evet! dedi Musa (a.s.)
Âdem;
– Allâh’ın, beni yaratmasından kırk sene evvel, benim yapmamı üzerime takdir buyurduğu bir işi yapmamdan dolayı, beni nasıl azarlayıp, kınayabiliyorsun!.. dedi.
Rasûlullâh (aleyhisselâm) devam ediyor;
“Böylece, Âdem, Musa’ya delil gücüyle galebe çaldı.”
Şimdi burada kırk sene diyor. Buradaki kırk sene elbette bizim senelerimizle değil!..
“Melekler ve ruh, miktarı (size) elli bin sene gibi olan bir süreç içinde urûc ederler (hakikatlerindeki Allâh’a ermek için yöneliş süreci) O’na.” (70.Me’aric: 4)
Âyetinde işaret edilen bir biçimde, “meleklerin” günüyle kırk sene olarak anlamak lazım... Yoksa bizim zaman boyutumuza göre değil!
Ayrıca burada başka bir gerçeğe işaret ediliyor...
Hz. Rasûlullâh burada önemli bir açıklama yapıyor...
Şöyle ki...
Âdem, Musa’ya diyor ki; “Benim yaratılmamdan şu kadar sene evvel üzerime takdir edilen bir işi yapmam dolayısıyla beni nasıl suçlarsın...”
Eğer Âdem, bizim beşerî değer yargılarıyla bakışımıza göre kabul ettiğimiz bir biçimde, kendi bağımsız iradesiyle o fiili yapmış olsaydı; Âdem, kendi dileğiyle, Allâh’a rağmen, Allâh istemediği hâlde, kendi özgür iradesiyle o fiili yaptı der, Âdem’i suçlayabilirdik!
Ama burada Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm) diyor ki;
“Âdem Rabbinin takdiri üzere böyle bir fiili ortaya koydu!.. Sen bunu bilmiyorsun...”
Diyerek, bu sözüyle Âdem’in haklılığına işaret ediyor.
Bununla bağlantılı bir hadîs-î şerîf var:
“ALLÂH MAHLÛKATIN KADERLERİNİ GÖKLERİ VE YERİ YARATMAZDAN ELLİ BİN SENE EVVEL YAZMIŞTIR.”
Yani, her varlığın, neyi yapmak üzere varoluşunu takdir eden, Allâh’tır.
Yeryüzünde yaşayan tüm canlıların, gerek dış dünyalarında ve gerekse de iç dünyalarında karşılaştıkları her olayın “ALLÂH TAKDİRİ” ile meydana geldiği İslâm Dini’nin Kutsal Kitabı KUR’ÂN-I KERÎM’DE apaçık bir biçimde ve kesin bir dille açıklanır...
İşte Hadiyd Sûresi 22 ve 23. âyetlerinin anlamı:
“ARZDA (bedeninizde dış dünyanızda) VE NEFSLERİNİZDE (iç dünyanızda) SİZE İSÂBET EDEN HİÇBİR MUSÎBET YOKTUR Kİ, BİZİM ONU YARATMAMIZDAN ÖNCE, BİR KİTAPTA (ilim boyutunda oluşmuş) OLMASIN! MUHAKKAK Kİ BU ALLÂH ÜZERİNE ÇOK KOLAYDIR! (Bunu bildiriyoruz) Kİ ELİNİZDEN KAÇANA ÜZÜLMEYESİNİZ VE SİZE VERDİĞİ İLE DE SEVİNİP ŞIMARMAYASINIZ! ALLÂH ÇOK ÖVÜNEN KİBİRLİ HİÇBİR KİMSEYİ SEVMEZ!” (57.Hadiyd: 22-23)
KUR’ÂN böylesine yalın ve kesin bir dille her şeyin “TAKDİR” olduğunu vurgularken...
Rasûlullâh (aleyhisselâm)şimdi nakledeceğimiz açıklamalarında görüleceği gibi, net bir biçimde “kader”in “TAKDİR” olduğunu beyan ederken; basîret sahibi bir insan nasıl “KADER” olayını inkâr eder, oldukça hayret verici bir husustur!
Bu konuda bilgilenmek isteyen Hz. Ömer radıyallâhu anh, bir gün Rasûlullâh Efendimizle otururken soruyor;
– Yâ Rasûlullâh, yapmakta olduğumuz işin, şu anda oluşmakta olan, yani bir işin başlangıç hâli mi, yoksa önceden tamamlanmış, takdir olmuş bir iş mi olduğu hususunda ne buyuruyorsun?..
Burada Hz. Ömer’in sormak istediği husus şu:
Yani biz, önceden hakkımızda takdir edilmiş olan, yazılmış, olmuş bitmiş bir işi mi yapmaktayız; yoksa, şu anda işler oluşup geliyor... Bizim hakkımızda böyle bir takdir yok; kendi bağımsız irademizle kendi gücümüzle, kendi varlığımızla mı bir şeyler meydana getiriyoruz?..
Rasûlullâh (aleyhisselâm) cevap veriyor;
“Ey, Hattaboğlu önceden tamamlanmış olan bir işin üzerinesin!..”
“Herkes kolaylıkla başaracaktır!.. Ne var ki, saadet ehli olan saadet işine çalışacak, şekavet ehlinden olan da şekavete yönelik fiiller meydana getirecektir!”
Şimdi bakın burada vurgulanan husus apaçık!..
Bu beyan ile şu anda yapılagelmekte olan bütün işlerin önceden yazılmış, takdir edilmiş ve hatta oluşmuş olaylar olduğu açıklanmaktadır...
Kim açıklıyor?..
Dini bize tebliğ eden Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm)...
Öyle ise bu kesin gerçeğe karşı çıkan biri, direkt olarak Dini tebliğ eden Rasûlullâh’a karşı çıkmış olacaktır!
Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm)’ın “Kader”le ilgili açıklamalarını “İNSAN VE SIRLARI” isimli kitabımızın “Kader” bölümünde geniş bir biçimde sizlere naklettik.
Ayrıca, “Kader” konusunun “Dua” ile bağlantısı, “duanın kaderi değiştirip değiştirmeyeceği” hususlarına da “DUA VE ZİKİR” isimli kitabımızda yer verdik.
Bu iki kitaptaki iki bölüm; yani “İNSAN VE SIRLARI” kitabındaki “Kadere İman” bölümüyle, “DUA VE ZİKİR” kitabındaki “Kader ve Dua” bölümü, birbirini bütünleyen iki önemli bölümdür.
Şimdi konulara yeterince açıklama getirmek üzere bazı hadislere daha değinelim.
Ebu Hureyre’nin nakline göre Hz. Rasûlullâh şöyle buyurmuştur;
“HER BİRİNDE HAYIR OLMAKLA BİRLİKTE ALLÂH’A GÖRE KUVVETLİ MÜMİN, ZAYIF MÜMİNDEN DAHA SEVİMLİ VE HAYIRLIDIR.”
“SANA YARARLI OLAN ŞEYLER ÜZERİNDE HIRSLA ÇALIŞ. ALLÂH’TAN YARDIM İSTE VE ACZE DÜŞME.”
“EĞER SANA BİR OLAY İSÂBET EDERSE; BU HOŞUNA GİTMEYEN OLAY DOLAYISIYLA, ‘KEŞKE BEN BÖYLE YAPMASAYDIM, BÖYLE OLURDU!’ DEME...
‘ALLÂH BÖYLE TAKDİR ETMİŞ O DİLEDİĞİNİ YAPAR’ DE... ZİRA KEŞKE KAVRAMI ŞEYTAN AMELİNE YOL AÇAR.”
Şimdi dikkat ediniz, bu Rasûlullâh uyarısı, hayatımızın her döneminde, günün her anında, bize ışık tutması yön vermesi gereken bir işarettir.
Pek çok olayda hemen şunu söyleriz...
Keşke bunu yapmasaydım!.. Veya; keşke şunu yapsaydım da böyle olmasaydı!
İşte Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm) bu düşünceyi kesinlikle reddediyor!..
Diyor ki;
– “Keşke” kavramı şeytan ameline yol açar…
Yani, şeytanî düşünceye yol açar!
Çünkü Allâh takdir ettiği içindir ki, senden veya ondan o fiil meydana gelmiştir!.. Ve o fiilin meydana gelmemesi de asla mümkün değildir!
O takdir edilmiş ve öyle olacaktı ve oldu!
O işin öyle olmaması kesinlikle düşünülemez!
İşte bu sebepledir ki, Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm) “keşke” kelimesini ve kavramını yasaklıyor.
“Ben keşke demiyorum ki, yapmasaydım diyorum”..?
“…saydım” takısı “keşke” kavramının bir başka ifadesidir... Kendimizi aldatmayalım!
Yani, bu idraka göre, içinde yaşadığın an’ın gerisinde cereyan etmiş olan, hangi olay olursa olsun; senin, “keşke bunu yapmasaydım” demeye hakkın yoktur.
Kime göre?.. İslâm dinini bize tebliğ eden Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm)’a göre! O’na inanıyorsan, senin böyle bir şey demeye hakkın yoktur.
Senin kendi namına, “keşke böyle yapmasaydım”, demeye hakkın olmadığı gibi; karşındaki için de “böyle yapmasaydı bu olmazdı” demeye hakkın yoktur!..
Ya Rasûlullâh’a iman et, karşındakine “böyle yapmasaydın bu iş böyle olmazdı” demeyi terk et!
Ya da: “Ben Allâh Rasûlü’ne inanmıyorum, benim aklım yatmıyor öğretisine” de; herkesi geçmişinden dolayı suçlamaya devam et!
Bu ikisinin dışında başka bir görüş yok...
Bu hususu bir başka yönüyle anlatan bir diğer Rasûlullâh açıklamasını size nakledelim...
Hadiyd Sûresi’nin 22 ve 23. âyetlerinin ışığında anlamaya çalışalım bu açıklamayı...
Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm) şöyle buyurdu;
“KUL, HAYRI VE ŞERRİ İLE KADERE İMAN ETMEDİKÇE; KENDİSİNE İSÂBET EDENİN ONDAN ŞAŞMASINA, YANİ ONA İSÂBET ETMEMESİNE; KENDİSİNE İSÂBET ETMEYENİN DE ONA İSÂBET ETMESİNE İHTİMAL BULUNMADIĞINA, KESİNLİKLE İNANMADIKÇA MÜMİN OLMAZ.”
Size isâbet etmiş herhangi bir olay, yani başınıza gelmiş herhangi bir olay... Bu olayın başınıza gelmemesinin mümkün olmayacağına inanacaksınız... “Bu olay başıma geldi ama gelmeyebilirdi de” demeye hakkınız yok!
“Bu başıma geldi, çünkü Allâh bunun benim başıma gelmesini takdir etmiş!.. Bunun başıma gelmeme yolu yoktur!” Ya da “Bu başıma geleni karşımdaki falanca filanca benim başına getirmedi... Allâh takdir ettiği için, bu benim başıma geldi. Ve gelmemesi düşünülemezdi” diyeceksin her an...
Sana isâbet etmemiş bir olay için de, “Bu olay olmadı ama olabilirdi”, diyemezsin!..
Olay senin başına gelmemişse, sana isâbet etmemiştir! Ayrıca bunun sana isâbet ihtimali de mevcut değildir. Bunu da böyle kabul edeceksin...
Yani, sana isâbet edenin, etmemesine ihtimal olmadığını; sana isâbet etmeyenin de, sana isâbet etmesi ihtimalinin asla mevcut olmadığını idrak etmedikçe; ya da böyle olduğuna iman etmedikçe; Allâh’ın kaderine, takdirine iman etmiş sayılmazsın; yukarıda naklettiğimiz Rasûlullâh uyarısına göre...
Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm) bir başka açıklamasında da bakın ne buyuruyor;
– Yâ Rasûlullâh bize dinimizin aslını beyan et, dedi Malik Ebu Mürşid... Ve bize naklediyor bu olayı, Cabir radıyallâhu anh:
“BUGÜN YAPMAKTA OLDUĞUMUZ BU FİİLLER NEYİN İÇİNDEDİR? BUGÜN ORTAYA KOYDUĞUMUZ FİİLLER, KALEMLERİN YAZIP DA KURUDUĞU, TAKDİRLERİN CEREYAN ETTİĞİ İŞLER İÇİNDE MİDİR?”
Yani, hakkımızda takdir edilmiş, yazılmış, kalem kurumuş, olmuş bitmiş ve olmaması artık düşünülemez, kesin olarak o olay meydana gelecektir, türünden bir iş midir yaptiğımız, yaşadığımız olaylar; yoksa, böyle bir şey değil de, şu anda bizim amellerimize göre bir yaşantı mı söz konusu..?
Bu soruya karşılık Rasûlullâh (aleyhisselâm) şu cevabı buyurmuştur;
“HAYIR! BUGÜN İŞLENEN İŞ, YENİ OLUŞACAK İŞLER İÇİNDE DEĞİLDİR! FAKAT, KALEMLERİN YAZIP KURUDUĞU, TAKDİRİN CEREYAN ETMİŞ OLDUĞU İŞLER İÇİNDEDİR.”
Bunun üzerine sordu:
“PEKİ ÖYLE İSE NİYE ÇALIŞALIM?..”
Rasûlullâh şöyle buyurmuştur;
“AMEL EDİNİZ, ÇALIŞINIZ. ÇÜNKÜ HERKESE KOLAYLAŞTIRILMIŞTIR.”
Yani, Hz. Rasûlullâh buyuruyor ki, siz fiilinizi ortaya koymaktan geri kalmayınız. Çünkü herkese kolaylaştırılmıştır... Yani, herkes belli fiilleri yapabilecek şekilde programlanmıştır. Dolayısıyla, yapmaya programlandığı iş ona kolay gelir ve onu ortaya koyar! O anda o işi yapmamak kişinin elinde değildir.
Yine bu konuda şu soru ile açıklama istendiğinde;
“Bu üzerlerine hükmedilen ve önceden yazılan bir kaderden olarak, kendilerine isâbet eden şeyler midir; yahut Nebi ve Rasûllerin getirdiği ve üzerlerine hüccet sâbit olacak şeylerden olarak, kendilerini o anda karşılayacak şeyler midir?”
Rasûlullâh şöyle buyuruyor;
“HAYIR, BU İKİNCİ SÖYLEDİĞİN DEĞİL; ÜZERLERİNE HÜKÜM OLUNAN VE KENDİLERİNİ KARŞILAYAN ŞEYLERDİR!..”
Azîz ve Celîl olan Allâh’ın kitabında da bunu tasdik eden şu âyet var;
“NEFSE (bilince) VE ONU DÜZENLEYENE;SONRA DA ONA (bilince) HEM FÜCURUNU (Hak’tan ve Sistemden sapmayı) VE HEM DE TAKVASINI (korunmasını) İLHAM EDENE Kİ...” (91.Şems: 7-8)
Şimdi burada da vurgulanıyor ikinci defa... Soruluyor;
– Yâ Rasûlullâh, şu anda insanların yapmaya çalıştığı şeyler, yapmayı arzu ettiği, düşündüğü meydana getirdiği şeyler, kendileri için ezelde, geçmişinde takdir edilmiş ve o takdiri yerine getirmek üzere var olmuş varlıklar mıdır insanlar?
Dolayısıyla bu insanların yaptıkları bu fiiller, üzerlerine hükmolmuş ve değişmeyecek bir şekilde kesinleşmiş fiiller midir?
Yoksa bunlar hakkında böyle kesin hükümler yoktur, insanlar şu anda kendi özgür iradeleriyle yaptıklarıyla mı kendi kaderlerini kendileri çizerler?.. Yani, kendi yaşamlarına kendileri mi yön verirler?
Buna karşılık Hz. Muhammed (aleyhisselâm) şu anlama gelecek şekilde açıklıyor olayı;
“İNSANLAR, KENDİ YAŞAMLARINA KENDİLERİ YÖN VERECEK BAĞIMSIZ VE ÖZGÜR YAPIYA, ÖZGÜR VARLIĞA SAHİP DEĞİLLERDİR!.. KENDİLERİ HAKKINDA, ALLÂH’IN TAKDİRİ NE İSE, O TAKDİRİN GEREĞİNİ YAŞAYACAK, GEREĞİNİ YERİNE GETİRECEKLERDİR.”
Şimdi böyle söyleyince, genelde birçok insanın kafası karmakarışık oluyor.
Ve burada hâliyle şu önemli sual soruluyor:
– Efendim benim hakkımda her şeyi takdir eden Allâh ise, benim ne yapacağımı O takdir etmişse; O’nun takdiri mutlak olarak yerine gelecekse; bunun değişmesi mümkün değilse; ben, ne diye çalışacağım, ne diye bir şeyleri meydana getirmeye gayret edeceğim..?
Burada gerçekten, insanı tebessüm ettiren hoş bir mantık çelişkisi var!
Bir yandan diyorsun ki, mâdemki dediğin gibi her şey takdir olunmuştur, her şey yerine gelmiş, o yerine gelen şeyi ben yerine getirmek zorundayım; öbür yandan da diyorsun ki, öyle ise ben yapmam!..
Yâ HÛ!
Zaten senin hakkında o şeyi yapmak takdir edilmişse; sen o işleri yapacak kabiliyet ve istidatla programlanmışsan; senin “yapmam” demen, bir şey ifade etmez!.. Sen zaten o takdir edileni yapacaksın! Senin, bunu yapmaman düşünülemez!..
Veya, sana onu yapmamak takdir edilmişse; takdir üzere onu yapmayacak bir istidat ve kabiliyet ile programlanmışsan; onun gereği biçimde fıtratın oluşmuşsa; sen, illa ben bunu yapacağım desen de yapamayacaksın, mümkün değil!..
Çünkü neyi yapmak üzere var edilmişsen, ancak onu başarabilirsin; onu gerçekleştirebilirsin; onu ortaya koyabilirsin! Aksi takdirde o fiili ortaya koyamazsın! Koyamadığın o fiil de takdirin içindedir; senin hakkındaki takdirin sonucudur!..
Nitekim buyuruyor ki Hz. Rasûlullâh;
“HER ŞEY KADER İLEDİR!.. HATTA ÂCİZLİK İLE ZEKÂ VE BECERİKLİLİK DAHİ!..”
Hüseyin (r.a.) soruyor;
– Yâ Rasûlullâh, cennet ehli ateş ehlinden ayırt edilebilir mi?.. Yani şu anda belli olmuş mudur, kim cennet ehli, kim azap ehli?
“EVET” diyor; Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm)...
– Peki bu çalışıp, uğraşıp didinenler niye çalışıyorlar, didiniyorlar?
Rasûlullâh buyurdu ki;
“HERKES NE İÇİN YARATILDIYSA, ONUN YOLLARI KENDİSİNE KOLAYLAŞTIRILMIŞTIR.”
Yani, “fıtrat”ları onlara yapacaklarını kolaylıkla yaptırır!
Şimdi burada kafamıza takılan çok önemli bir sualin cevabı var. Ki bu bizim kafamıza takılan sual, 1400 sene evvel de bu zâtın kafasına takılmış.
Demek istiyor ki;
– Yâ Rasûlullâh, mâdemki şu anda cennet ehli belli, azap ehli de belli, yani senin cennetlik olduğun veya azaba düşeceğin belli. Bu durum da böylece belli olduğuna göre, niye hâlâ birtakım çalışmalarla uğraşayım?.. Niye birtakım uğraşılara gireyim de bunlarla cenneti elde edeceğim, diyeyim; veya birtakım işleri yapmaktan geri kalayım azap ehli olacağım, diye; nasılsa ikisi de belli!..
Hz. Rasûlullâh burada şunu buyuruyor;
“HERKES NE İÇİN YARATILMIŞ İSE ONA O KOLAYLAŞTIRILMIŞTIR!..”
Bu cümlenin mânâsını iyi anlayalım!
Nasıl anlayacağız..?
Bu ikazın mânâsını iyi anlamak için başta da anlattığımız konuyu iyi kavramak lazım.
Allâh, kendisindeki çeşitli isimlerin mânâlarını ortaya koymak üzere, çeşitli mânâları meydana getirmiştir!
Bu mânâlar, terkipler-bileşimler hâlinde mânâ sûretlerini, çeşitli varlıkları, birimleri ve insanları ve onların programlarını oluşturmuştur.
Bu terkipsel mânâ sûretlerinin kapsadığı anlamların ortaya çıktığı mahallerden biridir insanlar!.. Yani her bir birim, her bir mahal, bir mânâ terkibinin ortaya çıktığı yerdir.
Dolayısıyla, o mahalde, birimin varlığını meydana getiren Esmâ terkibinin -bileşiminin- dışında hiçbir şey yoktur.
Senin, “Ben” kelimesiyle işaret ettiğin varlığın, o isimler bileşimidir ki bu da senin varoluş programın yani fıtratındır!.. Ve o Esmâ terkibinin dışında da -ismin hariç- senin hiçbir varlığın yoktur!.. Yani, varlığını meydana getiren o Esmâ terkibini kaldırabilsek ortadan, sen hiç olursun!..
İşte, senin “Esmâ bileşimin”deki özellikler sana “kolaylaştırılmış” olanı belirler, tespit eder!
Senin “takdir edicin”, yani “RAB”bin, senin o “Esmâ terkibin-bileşimin”dir!..
Bu yüzden de senin, o “Esmâ terkibin-bileşimin”e isyan etmen, itaat etmemen kesinlikle mümkün değildir!..
Mümkün değildir; çünkü ona itaat etmemek, isyan etmek gibi özellikleri meydana getirecek bir varlığın yok!.. Nerede kaldı, iraden!
Sendeki bütün vasıflar, özellikler, senin varlığını meydana getiren “isimler bileşiminin” mânâlarından başka bir şey değildir!
Dolayısıyla senin “kolaylaştırıcın” yani sende çeşitli isimlere yönelik eğilimi meydana getiren ana faktör, senin varlığını meydana getiren o “ilâhî isimler terkibi-bileşimin” yani “fıtrat”ındır!.. Yani “RABBİN”dir!.. Senin Rabbine isyanın ise hiçbir şekilde mümkün değildir.
İşte bu sebepledir ki, sana ne kolaylaştırılmışsa, sana kolaylaştırılmış olanı mutlak olarak yerine getirmek zorundasın!
– İyi, peki ama Allâh beni nasıl azaba atıyor?
– Önce bil ki, Allâh seni azaba atmıyor!.. Sen kendi yaptığın fiillerinin sonuçlarına katlanmaktasın! Ne tür eylemde bulunursan, karşına onun sonuçları çıkacaktır!..
Bile bile gidip zehir yiyor musun?.. Şuurun yerindeyken kendi kafanı kesiyor musun?.. Bilincin çıkarlarını ne yönde görürse o yana adım atıyorsun!.. Öyle ise ilmin kadar davranışlar ortaya koyacak; sonra da bunun sonuçlarına katlanacaksın!
Ya her şeyi zerresine kadar “Allâh”tan bil; ya da hayalinde tasavvur ettiğin tanrını dilediğin gibi yargıla ve hesaba çek! Bakalım bir şey değişecek mi?
Ayrıca, ALLÂH dilediğini yapar!.. Bak ne okuyorsun âyette...
“YAPTIĞINDAN SUAL SORULMAZ!”
Allâh’a, “Sen bunu bana nasıl yaparsın, beni nasıl cehenneme atarsın”; diye bir sual sorulmaz!..
Senden böyle bir sual çıkar mı, çıkar!.. Sivrisinekten de havada uçarken vıız diye bir ses çıkıyor, kanat çıpmasından!.. Sivrisineğin kanadından çıkan vıız sesi gibi; senden de Allâh’a sual sorma sesi çıkar!.. “Nasıl olur da böyle yaparsın?” dersin... Ama hiçbir şey değişmez; sadece kendini tatmin etmiş, aldatmış olursun!..
Şunu iyi bil ki, “ALLÂH” ismiyle işaret edilen, “Melik”tir, “Mâlik”tir, “Mâlik-el Mülk”tür!
Var olan her şey; sen değil; senin anan baban değil; çocuğun sülalen değil, senin yaşadığın köy, kasaba, şehir değil; senin içinde yaşadığın memleket, içindeki bütün insanlar değil; senin üzerinde yaşadığın Dünya ve o Dünya’da yaşayan bütün varlıklar değil; senin Dünya’nın tâbi olduğu merkez yıldız, Güneş ve ona tâbi olan bütün planetler değil; senin merkez yıldızın Güneş gibi milyarlarcası değil; yüz milyarlarla yıldız değil; o yüz milyarlarla yıldızın meydana getirdiği galaksi gibi milyarlarla galaksinin içinde bulunduğu boyuttaki Evren değil; sayısız boyutlardaki sayısız evrenler, ALLÂH’ın indînde bir “HİÇ”tir!..
Eğer bunu anlayamıyorsan; hâlâ sen, “Allâh” adıyla işaret edilenin, kendisinden hesap sorabileceğin bir üst büyüğün; ya da yukarı katta bir yerde oturan “tanrı” olduğunu sanıyorsan, bu sendeki saflık tezahüründen başka bir şey değildir!..
Bak, Allâh ne buyuruyor:
“EY KULLARIM HEPİNİZ DALÂLETTESİNİZ. ANCAK BENİM HİDÂYET ETTİKLERİM HARİÇ!.. BENDEN DİLEYİN SİZE HİDÂYET EDEYİM.
HEPİNİZ FAKİRSİNİZ BENİM ZENGİN KILDIKLARIM HARİÇ!.. BENDEN DİLEYİN SİZE RIZIK İHSAN EDEYİM.
HEPİNİZ GÜNAHKÂRSINIZ, ANCAK BENİM MAĞFİRET ETTİKLERİM MÜSTESNA. İÇİNİZDEN HER KİM BENİM BAĞIŞLAYICI OLDUĞUMU BİLİRSE, BENDEN MAĞFİRET DİLERSE, ALDIRMADAN BAĞIŞLARIM.
SİZİN EVVELİNİZ VE ÂHİRİNİZ, DİRİNİZ VE ÖLÜNÜZ, YAŞINIZ VE KURUNUZ KULLARIMDAN EN TAKVALISININ KALBİNE SAHİP OLSALAR, BU DURUM BENİM MÜLKÜMDE BİR SİVRİSİNEĞİN KANADI KADAR ARTIŞ GETİRMEZ.
SİZİN EVVELİNİZ VE ÂHİRİNİZ, DİRİNİZ VE ÖLÜNÜZ, YAŞINIZ VE KURUNUZ EN ŞAKÎ KULUN KALBİ GİBİ OLSALAR, BENİM MÜLKÜMDE BU DURUM BİR SİVRİSİNEK KANADI KADAR BİR ŞEY EKSİLTMEZ!
SİZİN EVVELİNİZ VE ÂHİRİNİZ, ÖLÜNÜZ VE DİRİNİZ, YAŞINIZ VE KURUNUZ BİR SAHADA TOPLANSA VE İÇLERİNDEN HER İNSAN, ÜMİTLER YETTİĞİ KADAR İSTESE, İSTEDİĞİNİ VERİRİM DE BENİM MÜLKÜMDEN HİÇBİR ŞEY EKSİLMEZ... ÖYLE Kİ; İÇİNİZDEN BİRİ DENİZE UĞRAYIP, İĞNEYİ SUYA DALDIRIP SU ALSA NE İFADE EDER..?
BEN DİLEDİĞİMİ YAPARIM!..
BAĞIŞIM BİR SÖZDÜR, AZABIM BİR SÖZDÜR!
BİR ŞEYİN OLMASINI DİLERSEM, OL DERİM VE O ŞEY OLUR. OLMAMASI DÜŞÜNÜLEMEZ.”
Düşünün ki, evren içre nice nice evrenler, Allâh’ın indînde bir nokta!
Sadece, algıladığımız evrende milyarlarla galaksi var!
Milyarlarla galaksinin içinde yüz milyarlarla yıldızlar var.
O yüz milyarlarla yıldızların her birinde hadsiz hesapsız sonsuz sayıda âlemler, varlıklar mevcut!
Tüm bunların içinde senin yerin ne ki; sen tutup, “benlik” davası güdüp;
“Ben dilediğimi yaparım, ben kendime böyle bir yön veririm, ben kendime şöyle yön veririm; Allâh böyle istemiş ama benim de kendime göre iradem var, gücüm var, ben de böyle yaparım” diyebiliyorsun!!?
Bu gibi sözlerin bil ki, Allâh’ın hakikate erdirdiği kullarında, hoş bir tebessüm meydana getirir sadece!..
İslâm’ın şartı beştir, altıncısı da haddini bilmektir; derler ya!
Bil ki edep, haddini bilmektir!..
İlmi olmayan, haddini bilemez! İlim haddini bilmeyi getirir!
O’dur ilim ki, Allâh indînde “tüm âlemlerin bir hiç olduğunu” sana idrak ettirir!..
Evet, Allâh indînde kâinat bir “hiç”tir!
Ne demiş;
“İNDÎ SÂNİ’DE BÜTÜN MAHLÛKAT BİR NOKTADIR, O NOKTA DA, BİR NÜKTEDİR!”
İndî Sâni’de, yani sonsuz sayıda varlıkları meydana getirenin indînde, o varlıkların tümü bir “nokta” hükmündedir...
Ve o “nokta” da, bir “nükte”dir!..
“Nüktedir”in mânâsına başlarda dokunduk biraz, buraya bağlantısını ârif olan yapar elbette!
Evet, Allâh her ortam için, o ortamın ehlini meydana getirmiştir...
Nitekim Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm) açıklıyor ki;
“ALLÂH CEHENNEMİ YARATMIŞ VE ONUN İÇİN EHLİNİ MEYDANA GETİRMİŞ; CENNETİ DE HALKETMİŞ ONUN İÇİN DE EHLİNİ MEYDANA GETİRMİŞTİR.”
Bu açıklamayı iyi anla dostum...
Şimdi sen, eğer cennet için yaratılmış, meydana getirilmişsen, cennet ehli olmak üzere var edilmişsen, sana cennete gitmenin yolları kolay gelecek; cennete doğru adım atmak sana kolay gelecek; cennet ehlinin fiillerini meydana getirmek sana kolay gelecek; o fiiller senden meydana gelecek ve neticede sen cennete ulaşacaksın!..
Yok eğer, cehennem ehli olarak tarif edilen kişilerden olmak üzere meydana gelmişsen, bu takdirde seni oraya sevkedici fiiller davranışlar sana hoş gelecek; sana zevk verecek; onları ortaya koymak sana kolaylaşacak; böylece de sen kendini azaba sokacak olan fiilleri kolaylıkla yapacak, yaşayacak ve bu senden meydana gelen fiiller neticesinde de paşa paşa o azap ortamında yerini alacaksın!..
Dolayısıyla şimdi kendi hâline bir bak!..
Eğer şu anda senden, seni azaba sokacak olan fiiller meydana geliyorsa; şu anda öldüğün takdirde, seni azap bekliyor.
Yok eğer şu anda senden, seni huzura, saadete, mutluluğa, cennete sevk edecek fiiller meydana geliyorsa, bu takdirde, şu anda ölürsen sen bir cennet ehli olarak, bu dünyadan geçip gidersin.
Sakın, beni niçin böyle yarattın, deme gafletine düşme!..
Çünkü, böyle denebilecek bir muhatabın yok!
Nitekim bunu Hz. Rasûlullâh da çok güzel vurguluyor...
“ALLÂH CENNET İÇİN BİR BÖLÜK YARATTI, CEHENNEM İÇİN BİR BÖLÜK YARATTI.”
Nitekim başka bir hadîs-î şerîf’te de şöyle buyuruyor:
“KUL, DÖRT ESASA İMAN ETMEDİKÇE, ALLÂH’A İMAN ETMİŞ OLMAZ:
- TANRININ OLMADIĞINA, SADECE ALLÂH’IN MEVCUT OLDUĞUNA;
- BENİM ALLÂH RASÛLÜ OLUP, HAK İLE GÖNDERİLDİĞİME;
- ÖLÜMÜ TATMANIN MUTLAK OLDUĞUNA VE ÖLDÜKTEN SONRA YAŞAMIN DEVAM EDECEĞİNE;
- KADERE MUTLAKA İMAN ETMESİ GEREKTİĞİNE.”
Yani, “bir kişi ALLÂH’a ve Rasûlüne ve bildirdiklerine iman etmedikçe mümin olmaz” buyuruyor Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm)...
Yine buyuruyor ki Hz. Rasûlullâh...
“ALLÂH HER NEFSİ YARATMIŞ, ONUN HAYATINI, RIZKINI VE KARŞILAŞACAKLARINI TAKDİR ETMİŞTİR.”
Yani, birimi meydana getirmiş, o birimin rızkını meydana getirmiş ve o birimin karşılaşacağı bütün olayları da takdir etmiştir... Bütün bunlar, hep “ALLÂH’ın takdiri” üzere meydana gelir.
Bütün bunları böylece anladıktan sonra, nasıl oluyor da hâlâ bu sualler meydana geliyor, diyoruz... Anladıktan sonra, diyoruz ama gerçekte, bunları duyup da tam anlayamamaktan dolayı bu sualler meydana geliyor!
Doğal olarak en başta gelen soru da biraz önce sorduğumuz sual...
“Peki Allâh, mâdemki benim cehennemlik olduğumu takdir etmiş, o zaman ben ne diye çalışayım?”
Sen şu anda, senin için ne takdir olduğunu bilmiyorsun... Ben de benim için ne takdir olduğunu bilmiyorum!..
Cennetlik olarak da takdir etmiş olabilir; cehennemlik olarak da takdir etmiş olabilir!
Bu ilim ve takdir Allâh’ın indînde mevcuttur!
Ancak ben bunu bilmediğime göre, Hz. Rasûlullâh’ın söylediklerine kulak vererek, kendime ona göre yön çizmeye çalışırım...
Eğer beni cennetlik olarak takdir etmişse, bana bu yolda çalışmak kolay gelir zor gelmez! Ve böylece birtakım çalışmalar ortaya koyarım!.. Elimden geldiğince namazımı edâ etmeye çalışırım; orucu yerine getirmeye çalışırım; Hacc’ı yaparım... Bu ilmi elde etmeye çalışırım.
Ölüm ötesi yaşamın gerçeklerini idrak edip, ona göre kendimi hazırlamaya çalışırım. Bunları yapmaktan dolayı yüksünmem. Bu yolda yaptığım çalışmalardan dolayı etrafımın benim aleyhimde söyleyeceği sözlerden, konuşmalardan yüksünmem, gocunmam!.. Onlar konuşur, ben yoluma devam ederim!
Ancak bütün bunlar, bana kolay değil de zor gelirse... Ve ben bunları yapmaktan kaçınırsam...
Bunların yerine içki içer, kumar oynar, bedenimin zevklerine dönük bir yaşam biçimi sürer; zamanımı bedenime dönük bir biçimde tüketir; şartlanmalarıma uygun ve zevk duyacak bir şekilde geçirirsem; elbette ki, tüm bunları da bana kolay geldiği için yaparım... Ve bu davranışlarımın sonucu olarak da, o ızdırap ve dehşet ortamını boylarım!
Burada esas anlamamız, fark etmemiz gereken nokta şudur;
İnsan ismi, kul ismi ardında, “Allâh’ın Esmâ terkibi”nden başka bir şey mevcut değildir...
Bu yüzdendir ki; o ismin altında ortaya çıkan ilim, o ismin altında ortaya çıkan irade, o isim altında ortaya çıkan kudret, sadece ve sadece “O’nun Rabbine”, âlemlerin Rabbi olan Allâh’a aittir!
Nitekim buna işaret sadedinde denmiştir ki;
“LÂ HAVLE VE LÂ KUVVETE İLLÂ BİLLÂH”
Bu sebepledir ki, kulda ortaya çıkan irade, Allâh’ın iradesi; Allâh’ın kudreti, Allâh’ın kuvvetidir.
Senin varlığında Allâh’ın Esmâ’sı, isimlerin mânâları dışında hiçbir şey mevcut değildir!
Dikkat et!..
Biz, Allâh kudret ve iradesinin kuldan çıkışını gördüğümüz zaman, ona “cüz’i kudret” ve “cüz’i irade” deriz.
“Cüz’i iradenin” mânâsı; “Allâh iradesinin” kuldan ortaya çıkışıdır!..
Yoksa, “kulda, Allâh’ın iradesi dışında, ayrı, bağımsız, özgür bir cüz’i irade mevcuttur”, mânâsına değildir bu!..
Yani, “kul” ismi altındaki varlıktan meydana gelen ilim, Allâh’ın ilim sıfatının; “ALİYM” isminin mânâsı, ilim vasfının zuhurudur...
ALLÂH’ın, “MÜRİYD” isminin neticesi olarak, ALLÂH muradının kuldan açığa çıkmasına da biz “cüz’i irade” deriz.
ALLÂH kudret ve kuvvetinin kuldan açığa çıkmasına, kulun “cüz’i kudreti” ile meydana getirdiği şey deriz; olaya dışarıdan bakmamız sebebiyle...
Nitekim bu konuya işaret eden âyet;
“HÂLBUKİ SİZİ DE YAPTIKLARINIZI DA ALLÂH YARATMIŞTIR!” (37.Sâffât: 96)
İşte biz, artık bu anlattıklarımızı iyice anlamaya çalışarak, “kadere iman edenlerden” olalım... Çünkü imanın ana esaslarından birisi “kadere iman”dır.
“Kadere hakkıyla iman” da ancak senin varlığının ve benliğinin ALLÂH indînde bir “hiç” olduğunu idrak etmenle mümkün olur.
Dilerim ki Allâh, bizlere “kadere hakkıyla iman” edenlerden olmayı kolaylaştırmış olsun ve “kadere iman üzere ölüm ötesi sonsuz yaşama geçip”, alnı ak bir biçimde, Hz. Rasûlullâh’ın huzurunda, yanında yer almayı bizlere nasip etsin.
Şimdi de “KADER” konusuna ışık tutan bazı âyetler ile Rasûlullâh açıklamalarını görelim;
“HİÇBİR ŞEY YOKTUR Kİ ONUN HAZİNELERİ (oluşturan kuvveleri) BİZİM İNDÎMİZDE OLMASIN! BİZ ONU (o kuvveleri - özellikleri) GEREKEN ÖLÇÜSÜYLE İNZÂL EDERİZ (açığa çıkartırız).” (15.Hicr: 21)
Buhari, Müslim, İbni Hanbel ve Ebu Davud’da mevcut bir hadis;
“Hiçbir nefs yoktur ki, Allâh onun cennet veya cehennemdeki yerini ve onun saîd veya şakî olduğunu yazmamış olsun.”
Bir adam baktı ve sordu:
– Yâ Rasûlullâh o hâlde bu yazılmış olan kitabımıza itimat edip, çalışmaları terk etmeyelim mi?
Rasûlullâh (aleyhisselâm) buyurdu ki:
“Saadet ehlinden olan saadet ehlinin amelini yapar. Şekavet ehlinden olan şekavet ehlinin amellerine devam eder.”
Buhari’den:
“Siz amel edin, çalışın, herkes yaratılmış olduğu amel için kolaylaştırılmıştır.”
“Sizi rahimlerde (ana karnında - Rahıymiyetinde - varlığınızı oluşturan Esmâ mertebesinde) dilediği gibi şekillendiren (oluşturan - programlayan) “HÛ”dur!” (3.Âl-u İmran: 6)
“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde kim varsa, elbette hepsi toptan iman ederdi... Olayın gerçeği bu iken; sen, iman etmeleri için insanları zorlayacak mısın?” (10.Yûnus: 99)
“Kendisini yaratan Allâh Esmâ’sının bileşimi elvermedikçe, bir nefs için iman etmek mümkün değildir!” (10.Yûnus: 100)
“Allâh dilediğini ortadan kaldırır ve (dilediğini de) sâbit kılar. O’nun indîndedir Ümmül Kitap (ana BİLGİ - Esmâ mertebesinin her an nasıl bir şe’nde olacağının ilmi)!” (13.Ra’d: 39)
“Benim katımda hüküm değiştirilmez! Ben kullara zulmedici değilim!” (50.Kaf: 29)
“Allâh kime hidâyet eder ise, odur hakikate eren! Kimi de saptırır ise, işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.” (7.A’raf: 178)
“Allâh, iman edenleri dünya yaşamında da, sonsuz gelecekte de değişmez gerçeği vurgulayan söz üzere (Kelime-i Tevhid) sâbitler! Allâh, zâlimleri saptırır! Allâh dilediğini yapar!” (14.İbrahiym: 27)
“Allâh kime hidâyet ederse, kimse onu saptıramaz! Allâh (Bi-) Aziyz (kullarından bu isminin işaret ettiği özelliği açığa çıkaran), Züntikam (araya duygu katmaksızın yaptığının sonucunu kesinlikle yaşatan) değil midir?” (39.Zümer: 37)
Abdullah İbni Mesud (r.a.)’dan;
– Rasûlullâh bana insanın oluşumundan haber verdi ki buyurdu:
“Sizin birinizin ana-baba maddeleri kırk gün ana karnında kaldıktan sonra, o maddeler ikinci bir kırk gün içinde katı kan pıhtısı hâlini alır. Sonra yine kırk gün içinde Mudga denilen bir çiğnem ete döner. 120. günün sonunda “ALLÂH” bir melek gönderir. Ve gelişen o mudgaya dört özelliği yazması emrolunur. Onun cinsiyeti, rızkı, eceli, saîd veya şakî olduğunu yaz, denir. Bu melekler bunu yazdıktan sonra ruh nefh olur.
Şimdi sizden bir kişi, bu fıtratı icabı iyi iş işler de, hatta kendisi ile cennet arasında bir kulaç mesafe kalır, bu sırada yazısı gelir, o kişiyi önler, bu defa o cehennemliklerin işlerini işlemeye başlar.
Sonra sizden bir kişi fena iş işler. Hatta kendisi ile cehennem arasında bir kulaç mesafe kalır. Bu sırada kitabı gelir onu önler. Bu defa o kişi ehli cennetin işlerini işler.” (Buhari-Tecrid: 1324)
İmran Bin Hüseyin’den:
Bir kere Rasûlü Ekrem’e bir kişi geldi şöyle sordu:
– Yâ Rasûlullâh, ehli cennet cehennemliklerden ayırt edilir mi?
“Evet, ayırt edilir.”
– Öyle ise hayır işleyenle, ibadet edenler niçin etmeli, cennetlik ve cehennemlik ezelde belli ise?
“Herkes ne için yaratıldı ise, onu işler. Kendisi için ne kolaylaştırıldı ise onu yapar.” (Buhari-Tecrid: 2062)
“ALLÂH de ötesini bırak!” (6.En’am: 91)
“İrade ettiğini (Dilediğini) yapar!” (85.Burûc: 16)
“Muhakkak ki biz her şeyi kaderiyle (yazılı - programlanmış) yarattık!” (54.Kamer: 49)
Yani biz, o kaderi kendisinde mevcut olarak, yarattık.
Abdullah (r.a.) anlatıyor:
“Şakî anasının karnında şakî olan, sâid de başkasından ibret alandır.” dedi.
Bunun üzerine, bu açıklamayı işiten birisi Huzeyfe’ye (ki Huzeyfe radıyallâhu anh Hz. Rasûlullâh’ın sır kâtiplerinden birisidir) geldi ve sordu:
– Nasıl bir adam hiç iş işlemeden, dünyaya gelmeden, anasının karnında şakî olur?
Huzeyfe (r.a.):
– Buna ne şaşırıyorsun, Rasûlullâh (aleyhisselâm)’dan işittim, şöyle diyordu:
“Nutfenin, yani spermin ana rahmine girmesinden sonra, “Allâh” nutfeye bir melek gönderir. Melek ona şekil verir, göz kulak verir, derisini, etini, kemiklerini meydana getirir. Sonra;
– Yâ Rabbi erkek mi, dişi mi olsun, diye sorar. Rabbin de dilediğini hükmeder; melek de yazar.
Sonra;
– Yâ Rabbi ömrü ne kadar olsun, diye sorar. Rabbin dilediğine hükmeder, melek de yazar!
Sonra;
– Yâ Rabbi rızkı ne olsun, der. Rabbin dilediğine hükmeder, melek de yazar.
Sonra elindeki sahifeye emrolunduğuna bir şey ilave etmeden çıkar.” (Müslim)
Enes (r.a.) naklediyor:
Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm) şöyle buyuruyor:
“Muhakkak ki Allâh her rahime bir melek memur etmiştir. Bu melek; “Yâ Rabbi bu bir nutfedir, bu alakdır, bu mudgadır” der.
Ve sonra Allâh bunu yaratmaya hükmettiği vakit melek; “Yâ Rabbi erkek mi dişi mi, şakî mi, saîd mi, rızkı nedir, ömrü ne kadardır” diye sorar. Ve böylece bunların hepsi de anasının rahmindeyken yazılır” buyurdu. (Buhari-Müslim)
Hz. Âli şöyle buyuruyor:
Bir gün Hz. Rasûlullâh oturuyordu ve bir ağaç parçasıyla yeri çiziyordu. Aniden başını kaldırdı ve:
– Sizden bir tek kimse yoktur ki cennet ve cehennemdeki yeri bilinmiş olmasın! buyurdu. Yanındakiler:
– Yâ Rasûlullâh, şu hâlde niye çalışıyoruz?.. Her şeyi bırakıp tevekkül etmeyelim mi? dediler.
Hz. Rasûlullâh:
– Hayır çalışınız! Herkes ne için yaratıldıysa onun için hazırlandırılır! buyurdu. Sonra da;
“Veren, sakınan ve kelime-i tevhidi tasdik eden kimseye gelince, biz onu cennete hazırlarız. 'Allâh'ın hakkını yoksullara vermeyen, sevabından imtina gösteren ve tekzip edeni de cehenneme hazırlarız” (92.Leyl: 5-10) âyetlerini okudu. (Buhari, Müslim, Tırmızî)
Denildi ki:
– Yâ Rasûlullâh, sanki şimdi yaratılmışız gibi, bize dinimizi açıkla..? Bugün yaptığımız işler, önceden takdir edilmiş ve yazılmış işler midir, yoksa vukuundan sonra mı bize takdir edilmektedir?
Rasûlullâh:
– Hayır! Bilakis, yaptığınız işler önceden takdir edilmiş ve yazılmış olan işlerdir.
Sordular:
– Şu hâlde iş yapmanın, çalışmanın ne önemi var?
– Her iş yapan kendi işine hazırlanır. (Müslim ve Tırmızî)
Ömer radıyallâhu anh naklediyor:
– Yâ Rasûlullâh ne buyurursun? Yaptığımız işler, yepyeni yapılmakta olan bir şey mi, yoksa önceden takdir edilen bir iş mi?
Hz. Rasûlullâh:
– Önceden takdir edimiş olan işlerdir ey Hattab’ın oğlu! Herkes önceden takdir edilmiş olan işlere hazırlanmıştır. Saadet ehlinden olan saadet için çalışır, şekavet ehlinden olan da şekavet için çalışır.
Abdulvahhab Bin Süleym şöyle diyor:
Mekke’ye geldim. Ata Bin Ebirebah ile buluştum. Ve;
– Ey Ebu Muhammed... Basralılar “kader” diye önceden yazılmış takdir edilmiş bir şey yoktur, diyorlar..?
Ata da:
– Evlatçığım sen Kur’ân okur musun? dedi.
– Evet dedim. Ata (r.a.):
– Şu hâlde Zuhruf Sûresini oku dedi.
Ben de:
– Ha, mim, açıklayan kitaba yemin ederim ki, biz onu anlayasınız diye Arapça bir Kur’ân yaptık. Muhakkak ki o nezdimizdeki ana kitapta çok yüce ve hikmetlidir. (43.Zuhruf: 1-4) âyetlerini okudum.
Ata sordu:
– Ümmül Kitap, (kitabın anası) nedir, bilir misin?
– Allâh ve Rasûlü daha iyi bilir dedim. Ata da:
– (Ümmül Kitap) O bir kitaptır ki Allâh gökleri ve yeri yaratmadan önce onu yazmıştır... Orada, Firavun’un cehennemlik olduğu vardır... Orada, “Tebbet yeda ebu leheb” (Ebu leheb’in iki eli kurusun) âyeti vardır, dedi.
Ata demiştir ki!..
Rasûlullâh’ın arkadaşı Ubade bin Samid’in oğlu Velid’i bulmuştur. Babanın ölümü anında babanın vasiyeti nedir, diye sordum. Şöyle dedi;
Babam çağırdı ve bana;
– Ey oğulcağazım, Allâh’tan kork. Bil ki; Allâh’a, kadere, hayr ile şerrin hepsine iman etmedikçe, Allâh’tan sakınmış olmazsın. Bundan başka bir inanç üzere ölürsen, cehenneme girersin! Muhakkak ki ben Rasûlullâh’tan işittim ki:
“Allâh önce kalemi yarattı. Yaz dedi. Kalem neyi yazayım diye sordu. Allâh; Kaderi, olanı ve ebediyete kadar olacak olanı yaz buyurdu.” (Tırmızî ve Ebu Davud)
Şimdi gene Ebu Davud’tan okuyoruz. Abdullah Bin Fevr şöyle demiştir:
Ubeydullah Bin Kaab (r.a.)’ın yanına geldim. Ve kendisine;
– Zihnimi kader ile ilgili bazı şeyler karıştırdı. Bana bu hususta bir şeyler anlat. Belki Allâh bu vesveseleri kalbimden giderir..?
Ubeydullah radıyallâhu anh buyurdu:
– Eğer Allâh göklerinde ve yerinde bulunanların hepsine azap verse idi, onlara Rahmeti, onların yaptığı işlerden daha hayırlı olurdu!..
Allâh yolunda Uhud dağı kadar altın harcasan, kadere iman etmedikçe, başına geleceğin şaşmayacağına, başına gelmeyenin de asla sana isâbet etmeyeceğine iman etmedikçe Allâh bu imanı senden kabul etmez!
Bundan başka bir inanç ile ölürsen cehenneme gidersin.
Abdullah Selemi der ki;
Sonra Abdullah Bin Mesud’a gittim; o da aynı şeyi söyledi. Huzeyfetul Yemaniye gittim, o da aynı şeyi söyledi...
Sonra Zeyd Bin Sabit’e gittim, o da aynı şeyi Hz. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’den nakletti. (Ebu Davud)
Bu da Tırmızî’den, iman bahsinden:
Abdullah Bin Amr şöyle demiştir;
Hz. Rasûlullâh (s.a.v)’ı işittim, şöyle diyordu:
“Muhakkak yüce Allâh yarattıklarını bir karanlık içinde yarattı. Sonra onlara nûrundan saçtı. Bu nûrdan nasibi olan kimse hidâyete erdi. O nûrdan nasibi olmayan kimse de dalâlete saptı. Ve bunun için Allâh’ın ilmine göre kalem kurudu.”
Yani işlerin takdiri son bulmuş ve kalemin yazacağı bir şey kalmamıştır.
Ebu Hureyre şöyle demiştir:
Rasûlullâh bize geldi, biz de kader hakkında münakaşa ediyorduk... Buna o kadar kızdı ki yüzü kıpkırmızı oldu; sanki yanaklarına nar suyu sıkılmıştı...
“Bununla mı emrolundunuz? Ben bununla mı size gönderildim?.. Sizden önceki ümmetler, bu mesele hakkında münakaşa ettikleri vakit helâk oldular.” (Tırmızî)
Bu hadis kader konusunda Hz. Rasûlullâh’ın söylediklerini aynen kabul etmeyi ve Hz. Rasûlullâh’ın söyledikleri hakkında değişik yorumlar çıkartarak münakaşa etmeyi yasaklayan bir hadistir.
Tırmızî ve Beyhaki’de mevcut olan bir hadis:
Aişe (r.a.)’dan; Hz. Rasûlullâh şöyle buyrmuştur:
“Lânet ettiğim altı kişi vardır ki, onlara Allâh ve gelmiş geçmiş bütün Nebi ve Rasûller lânet etmiştir... Bunlar:
1. Allâh’ın kitabına ilave yapan,
2. Kaderi tasdik etmeyen,
3. Allâh’ın zelil kıldığını yükseltmek, azîz kıldığı kullarını da alçaltmak için zorlamalarla insanların başına musallat olan,
4. Mekke’nin hareminde yasak olanı işleyen,
5. Benim ehl-i beytime; neslime zulmeden,
6. Benim sünnetimi terk eden; yani getirdiğimden yüz çevirenler!”
“Her topluluğun takdir edilmiş bir ömrü vardır... Onların ömrünün sonu geldiğinde, ne bir an ertelenebilir, ne de öne alabilirler.” (7.A’raf: 34)
“Eğer Allâh insanları zulümlerinden dolayı sorumlu tutup sonucunu hemen yaşatsaydı, (arz) üzerinde hiçbir DABBE (insan değil insan bedeni) bırakmazdı! Fakat onları hükmedilmiş bir vakte tehir ediyor... Ecelleri geldiği vakit de ne bir saat geri kalırlar, ne de öne geçebilirler.” (16.Nahl: 61)
Müslim isimli Rasûlullâh açıklamaları kitabında da eşi Ümmü Habibe’nin dua ederken Rasûlullâh tarafından şöyle uyarıldığı anlatılmakta:
– Ey Allâh’ım, uzun ömür vermek suretiyle, beni, zevcim Rasûlullâh’tan, babam Ebu Süfyan’dan ve kardeşim Muaviye’den faydalandır...
Rasûlullâh kendisine şöyle buyurdu:
“Sen Allâh’tan kesinleşmiş eceller ve zaruri olan birtakım şeyler ve takdir edilmiş birtakım rızıklar hakkında talepte bulundun ki, Allâh onlardan hiçbirini ne vaktinden önceye alır, ne de sonraya bırakır.
Eğer Allâh’tan seni cehennemdeki azaptan, kabirdeki azaptan kurtarmasını isteseydin senin için daha hayırlı olurdu.”
Ebu Davud’dan bir başka açıklama:
Hasan Basri’ye sordum: “Anlat bana, Âdem (a.s.) gök için mi, yer için mi yaratıldı?”
Hasan Basri: “Yeryüzü için” dedi. “Peki ne dersin, korunup da malûm ağaçtan yemeseydi” dedim... “Ondan yemek zorunda idi” dedi.
“Allâh Teâlâ’nın; “Siz onun aleyhinde fitneye sürükleyecek kudrette değilsiniz meğer ki o cehenneme girecek kimse olsun.” (37.Sâffât: 162-163) hakkında bana malûmat ver”, dedim. Hasan Basri:
– Şeytanlar onları dalâlete saptırmaya muvaffak olamazlar, ancak Allâh’ın cehennemlik olarak yarattıkları müstesna... buyurdu. (Ebu Davud)
Bu açıklamadan da anlaşılıyor ki bir kişi cehennemlik ise, ancak o takdirde cinler onu saptırıp yanlış yollara sürükleyebilirler!
Fakat Allâh cehennemlik değil de, cennetlik diye takdir etmişse o kişiyi, uzaylılar veya cinler saptırıcı bilgilerle yönlendiremezler... Onlar, er geç gerçek ilme ulaşırlar ve uzaylıların yani cinlerin, şerrlerinden ve saptırıcı bilgilerinden kendilerini korurlar.
Enes (r.a.) şöyle demiştir:
Rasûlullâh sık sık:
“Yâ mukallibel kulub; sebbit kalbi âlâ dinike” diye dua ederdi.
“Ey kalpleri çeviren Allâh, kalbimi dinin üzere sâbit kıl.”
Biz de kendisine;
“Yâ Rasûlullâh sana ve getirdiklerine iman ettik. Bizim için korkuyor musun?” dedik.
“Evet, çünkü kalpler Allâh’ın iki parmağı arasındadır; dilediği gibi onları çevirir” buyurdu.
Ebu Hureyre’den:
Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tırmızî’deki bir hadis:
“Her doğan ancak İslâm fıtratı üzere doğar. Sonra ana ve babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar. Tıpkı bütün uzuvları tam olarak hayvan yavrusunu dünyaya getirdiği gibi. Siz o yavru da bir eksiklik görebilir misiniz?”
Sonra Ebu Hureyre;
“İsterseniz; ‘Yüzünü Allâh’ın o Fıtratı’na çevir ki, insanları o fıtrat üzerine yaratmıştır...’ (30.Rûm: 30) âyetini okuyun” dedi.
“Cennetteki en uzun boylu adam İbrahim’dir, etrafındaki çocuklara gelince onlar fıtrat üzere ölen her çocuktur.”
Müslümanlardan biri;
– Yâ Rasûlullâh, müşriklerden birinin çocukları da buna dâhil mi? diye sordu.
Allâh Rasûlü:
– Evet müşriklerin çocukları da, diye cevap verdi.
Ebu Hureyre’den, Allâh Rasûlü’ne:
– Müşriklerin küçük çocukları hakkında durum nedir? diye soruldu. Allâh Rasûlü:
– Onların ne amel işleyeceklerini Allâh en iyi bilir, buyurdu.
Hz. Aişe şöyle dedi:
– Bir küçük çocuk öldü, ben de; ne mutlu ona, cennet serçelerinden bir serçe, dedim.
Rasûlullâh buyurdu ki:
– Bilmiyor musun ki Allâh cennet ve cehennemi yarattı. Birincisi için birtakım insanlar yaratttığı gibi, ötekisi için de birtakım insanlar yarattı.
Allâh, cennet için birtakım insanlar yarattı, bunlar babalarının omurga kemiğinde iken daha cennetlik oldu... Cehennem için de birtakım insanlar yarattı ki bunlar, babalarının omurga kemiğinde, iliğindeyken cehennemlik oldu. (Müslim ve Ebu Davud)
Yine Ebu Davud’da sahih hadis;
Aişe (r.a.) şöyle demiştir:
– Yâ Rasûlullâh müminlerin küçük yaşta ölmüş çocuklarının durumları nedir?
– Onlar babalarındandır, buyurdu.
– Peki hiçbir amel yapmadan nasıl olur, dedim.
– Onların ne amel işleyeceklerini Allâh en iyi bilir, dedi.
– Yâ Rasûlullâh müşriklerin küçük çocuklarının hâlleri ne olacak? diye sordum.
– Onlar da babalarına bağlıdır, buyurdu.
– Hiçbir amel işlemeden mi? dedim.
– Onlar yaşasaydı ne amel işleyecekti, Allâh en iyi bilir, buyurdu.
Ebu Davud’dan;
Adamın biri geldi; (Enes r.a.’dan)
“Yâ Rasûlullâh babam nerededir?” diye sordu.
Hz. Rasûlullâh da:
“Baban cehennemdedir” dedi.
Soruyu soran adam gidince, Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm);
“Benim babam da senin baban da cehennemdedir, ateştedir!” buyurdu.
Zeyd bin Sabit şöyle buyurmuştur:
Allâh Rasûlü, Neccar oğullarına ait bir bahçede devesi üzerindeyken biz de yanında bulunuyorduk. Deve birden bire ürküp kaçtı. Nerede ise Allâh Rasûlü’nü üstünden atacaktı. Orada 5, 6 kabir olduğu anlaşıldı.
“Bu kabir sahiplerini bilen var mı?” diye sordu Rasûlullâh...
Bir adam:
“Ben bilirim” dedi.
Allâh Rasûlü;
“Ne zaman öldüler?” dedi.
Adam;
“Şirk hâlindeyken öldüler!..” dedi.
Allâh Rasûlü;
“Bu Muhammed ümmeti, kabirlerinde sorguya tâbi tutulur! Ölülerinizi gömmekten çekineceğinizinden korkmasam, şu kabirlerden işittiğim azap seslerini Allâh’ın size de işittirmesi için dua ederdim” buyurdu.
Müslim’deki bu uyarıda şu anlatılmak istenmektedir:
Kabirde kişi diri diri mevcuttur, kişi diri diri kabre konulur, bu kişi kabirde azap çeker. Bunun çektiği azaptan dolayı çıkardığı sesler eğer dışarıdan duyulsa insanlar bir daha ölü dediği o kişileri mezara gömmezler.
Abdullah bin amr şöyle buyurdu:
Rasûlullâh (aleyhisselâm) elinde sanki iki kitap olduğu hâlde çıkıp geldi...
“Bu iki elimdeki iki kitap nedir, bilir misiniz?”diye sordu.
Biz de;
“Bilmiyoruz yâ Rasûlullâh! Anlatırsan öğreniriz...” diye cevap verdik.
Rasûlullâh sağ elindeki kitap için:
“Bu âlemlerin Rabbi tarafından yazılmış bir kitaptır. Burada cennetlik olanların isimleri ile, babalarının ve kabilelerinin isimleri vardır” dedi ve sonuncusuna kadar bunların vasıflarını anlattı.
“Bundan sonra artık bunların arasına ne bir ilave yapılır; ne de hariç bırakılır” buyurdu.
Bunun üzerine orada bulunan sahabiler;
“Eğer bu olmuş bitmiş bir mesele ise, amelin ne önemi var?” dediler.
Rasûlullâh (aleyhisselâm):
“Cennet ehli fiillerinin sonunu, cennet ehlinin işlediklerini işleyerek tamamlar! Cehennemlik olan da sonunu, cehennemliklerin amelini işleyerek tamamlar” dedi.
Sonra ellerini bir şeyler atar gibi yaptı...
“Allâh kullarının işlerini karara bağlamıştır. Bir kısmı cennette, bir kısmı da cehennemdedir” buyurdu.
Bakın, burada önemli olan bir husus var.
Bahsettiğim açıklama Tırmızî’den alınma. Şu ilâveyi de burada hemen belirtelim.
Enes (r.a.)’dan rivayet olunarak bu açıklamanın devamında buyuruluyor ki:
“Allâh bir kula hayır murat ettiği vakit onu çalıştırır.”
“Nasıl çalıştırılır?” diye sordular.
Hz. Rasûlullâh:
“Ölümünden önce onu sâlih amel işlemeye muvaffak kılar.”
“Ölüm öncesindeki son fiil” meselesi, bir ölçüde intihar olaylarına da ışık tutuyor...
Bilinçli olarak intihar edenin ebedî cehennemlik olduğu, ebedî cehennemde kalacağı bu hadiste mevcut.
Cennetlik olan, cennetlik bir fiil işleyerek hayatına son verir!
Eğer kişi ebedî cehennemlik ise, şakî ise o zaman cehennemlik olanın amelini işleyerek ölür.
Bilinçli olarak intihar eden kişi, kendisinin cehennemlik olduğunu, bu fiili ile ifade etmiş olur... Bu yüzden bilinçli olarak kasdı mahsusa ile intihar etmiş kişinin cenaze namazı kılınmaz! Çünkü o namaz ona bir fayda sağlamaz; çünkü şakîdir ve son ameli ile, yani intiharı ile bunu kendisi ifade etmiştir!
İntihar etmemiş kişinin saîd mi yoksa şakî mi olduğunu, son amelini bilemediğimiz veya göremediğimiz için yorumlayamayız!.. Ama aklı başında intihar eden kişinin o son davranışı gözüküyor, biliniyor! Dolayısıyla, şakî olduğunu kendisi ifade etmiş oluyor ve de cenaze namazı kılınmıyor! Esasen bu kişileri yargılayacak bir makâmda da değiliz!
İntihar eden kişiyi Hazreti Rasûlullâh’a getirmişler ve cenaze namazını kılmasını istemişler... “Nasıl öldü?” demiş. “İntihar ederek” demişler... Onun üzerine cenaze namazını kılmamıştır.
Tırmızî’deki bir açıklamasında da şöyle diyor Hz. Rasûlullâh:
“Ölen bir kişi yoktur ki, pişman olmasın!.. Eğer iyi işler yapmışsa, daha fazla yapamadığına pişman olacak. Günahkâ