Message
Her tarîkatın kendine mahsûs bir tâcı vardır. Tarikatlarda tâc giyilmesi dervîşin hem hangi dergâhın mensûbu olduğunu tanıtması ve hem de hareketlerinde ölçülü olmak ve dergâhını lekedâr etmemek duygusunu telkin bakımından önemliydi.
Hüdâyî’nin şeyhi Üftâde’nin onsekiz terkli ve ba’zan yeşil renkli tâc giydiği kaydedilir. Bursalı İsmâil Hakkı, Hz. Üftâde’nin önceleri yeşil tâc giydiğini bil-âhare siyâdet alâmeti olmasından dolayı teeddüben terk ile beyazda karar kıldığını ve bir def’a da siyâh sarık sardığını; fakat siyah rengi sevmediğinden onu çıkardığını ve siyâh giymesinin sebebinin “Mekke Fethi” günü Hazret-i Peygamber (s.a.v.)’in siyâh giymesine imtisâl olduğunu belirtmektedir.
Hz. Üftâde, Hz. Hüdâyî’yi Sivrihisar’a halîfe olarak gönderirken ona: “– Seyyid Buhârî, Baba Yûsuf Sivrihisârî veyâ Hacı Bayram Velî taclarından hangisini arzû ederse giydireceğini” söylemiş o da: “Tâcın gönülde olması gerektiğini” söyleyerek ızhâr-ı tevâzu etmişti. Tecelliyât’ta da Hüdâyî, esnâ-yı mükâşefelerinde kendisine arzedilen tâclardan Hz. Peygamber’e âid olanını tercih ettiğini belirterek tâcın ma’nevî önemine işâret etmektedir.
Celvetî tâcı onüç terklidir. Kubbe (veya tepe)si siyâha yakın koyu yeşil renklidir ve ortasında kendi renginden bir düğme vardır.
Makâm-ı pîr denilen celvetî âsitânesine mensûp olan dervişlerin giydiği tâcın destârı düz sarılır, taylasan ın ucu tuğ gibi ön taraftan gösterilir ve bu cemâl alâmeti sayılırdı.
Celvetî tâcındaki onüç terkten onikisi tevhîdin harflerine ve “esmâ-i isnâ-aşere”ye biri de esmâ’dan mazhar olunan isme delâlet etmektedir. Bir başka rivâyette ise bu onüç terkin onikisi, oniki imâma, biri de Hz. Pîr’in kutbiyyetine işâret olup tâcın tepe kısmındaki düğme de “Nübüvvet-i Muhammediyye”nin ifâdesidir.
Tâcın ön kısmı mihrâbî ve minberî, arka tarafı da kafesî biçimde sarılır. Bu şekil diğer tarîkatların hiç birinde mevcûd değildir.
Celvetî âsitânesine devâm eden muhıbblere de intisâbdan önce beyâz destârlı tâc giydirilirdi. Tâcın tepesi siyâh olmakla beraber destârının sarılma şekli “ilmiyye sarığı”na benzerdi. Bu yüzden bu tâcı giyen muhıbblere “Celvetî Sofusu” da denilirdi.
Tarîkata girip derviş olanlar “yeşil destâr” sararlardı. Fakat bunların tâcının ön kısmına “Cüneydî” arka kısmına da “kafesi” biçimde destâr sarılırdı. Ancak Mudanyalı Büyük Rûşen Efendi (1209/1794), bu âdeti her nedense kaldırmış ve onun zamanından sonra destârın düz sarılması âdet olmuştu. Celvetî âsitânesinde post-nişîn olan şeyhin âile efrâdı (oğulları vs.) tepesi kavuniçi renginde tâc giyerlerdi.
Bursalı İsmail Hakkı, mübtedî celvetî müridlerinin pabuçlarının siyâh, zâkirlerin açık mâvî, halîfelerin ise sarı olması gerektiğini kaydederek elbise nev’inden şeylerin beyaz, siyâh ve yeşil renklerden olmasının tercih edildiğini, alaca giymenin mahzûrlu olduğunu belirtmektedir.
Hüdâyî’nin mürîdlerinin fârik vasıflarından birisi de saçlarını uzatmaları idi. Hüdâyî mürîdanından olan Nev’îzâde Atâyî (bk. Hüdâyî’nin muhibb ve mürîdleri bahsi)’nin haber verdiğine nazaran Aziz Mahmûd Hüdâyî, Akbıyık Meczûb (860/1455 – 1456) un âdetini ihyâ ederek dervişlerine saçlarını uzattırdığını ve “Kurban mahalli olan (Mina)’ya kadar başlarınızı tıraş etmeyizin.” âyetinin mâ-sadakınca “fenâ fi’llâh ve bakâ billâh” mertebesine ulaşmadıkça kestirmediğini belirtmektedir.
Aziz Mahmud Hudâî ve Celvetiyye Tarikatı - H. Kamil Yılmaz, İstanbul 1982