Message
Resul, İncil, Ulü’l Azim
Kudüs şehri
İsrailoğulları arasında, Allah’ın çevresini mübarek kıldığı Kudüs şehrinde, Mescid-i Aksa civarında, babasız olarak doğmuş; 12 yaşına kadar Mısır’da yaşadıktan sonra tekrar Kudüs ve civarına gelerek yerleşmiş, otuz yaşında peygamber olarak, kavmini İslam’a davet etmiş ve üç sene süren nübüvvetinden sonra yüce Allah tarafından kendi katına çekilmiştir.
İsa aleyhisselam’ın annesi Hz.Meryem, İsrailoğulları içinde alim ve fazıl bir insan olarak tanınan İmran isimli bir adamın kızıydı. Annesi Hanne kendisine hamile kaldığında babası İmran vefat etmişti. Tarih ve tefsir sahiplerinin bildirdiğine göre o, Hz.Davud’un oğlu Hz.Süleyman’ın neslinden gelmişti. Ayrıca annesi Hanne, Hz.Zekeriyya’nın hanımı olan İşa isimli hanımın kızkardeşiydi. Bu sebeple Hz.Meryem ve Hz.Yahya teyze çocukları oluyorlardı.
Hanne kızı Meryem doğduğunda onu Allah’a adadı ve Mescid-i Aksa’nın hizmetlerinde bulunması için onu oradaki bilginlere teslim etti. Orada bulunan görevlilerin her biri, soylu ve bilgin bir insan olarak tanınan İmran’ın kızını alıp bakma, büyütme, terbiye etme isteği duydular. Ancak Hz.Zekeriyya diğerlerine üstün gelerek Hz.Meryem’in bakımını üstlendi. Onu büyüyüp hizmet çağına erişinceye kadar bakılmak üzere kendi evine götürüp, hanımına teslim etti.
Kızcağız ergenlik çağına erişince Hz.Zekeriyya Mescid’de onun için özel bir oda yaptırdı. Tek kapısı olan ve yüksekçe bir merdivenle çıkılan bu küçük oda Hz.Meryem’in hücresiydi. Orada bütün gününü yüce Allah’a ibadetle ve zikirle geçirmekteydi. Yanına Hz.Zekeriyya’dan başka kimsenin çıkması yasaklanmıştı.
Zekeriyya aleyhisselam ne zaman onun bulunduğu odaya gelse, Hz.Meryem’in yanında yaz günleri kış, kış günleri de yaz meyveleri bulur, biraz da şaşkınlıkla bunların nereden geldiğini sorduğunda, Hz.Meryem:
“Bunlar Allah tarafındandır! Şüphe yok ki Allah kime dilerse ona sayısız rızık verir.” diye cevap veriyordu.
Hz.Meryem, günlerden bir gün, bir ihtiyacını görmek üzere hücresinden çıkmış ve Mescid’in doğu tarafında tenha bir yere gelmişti. Birden Cebrail aleyhisselam’ı karşısında gördü. Cebrail son derece yakışıklı, güzel ve genç bir adam şeklinde Hz.Meryem’in karşısına çıkmıştı.
Genç kadın büyük bir korku ve endişe ile:
“Doğrusu senden esirgeyici ve bağışlayıcı olan Allah’a sığınırım.” dedi. Cebrail aleyhisselam:
“Ey Meryem! Korkmana sebep yok. Ben ancak sana günahlardan arınmış, tertemiz bir oğulun müjdesini vermek için gönderilmiş bir elçiyim...Yüce Allah; biz o çocuğu insanlara bir ayet ve tarafımızdan bir rahmet olsun diye yaratacağız, buyurdu.”
Cebrail aleyhisselam’ın müjdesinden sonra Hz.Meryem, Hz.İsa’ya hamile kaldı. Hz.Meryem bunu diğer insanlara nasıl anlatacağını, bu olağanüstü halleri nasıl izah edeceğini, yapabilecekleri iftiralara nasıl göğüs gerebileceğini günlerce düşünüp durdu.
Doğum zamanı gelip sancıları sıklaştığında mescidden uzak bir yere çekildi, bir hurma ağacına dayandı ve çocuğunu doğurdu. Birden bir mucize oldu ve henüz doğmuş bebek, Hz.İsa, annesiyle konuşmaya başladı:
“Üzülme anneciğim. Allah, yanı başında bir su arkı meydana getirmiştir. Hurma ağacını da kendine doğru silkele, üstüne taze hurmalar dökülsün. Artık ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer insanlardan herhangi birisine rastlarsan, “Ben çok esirgeyici olan yüce Allah’a oruç adadım. Onun için bugün hiç kimseye bir söz söylemeyeceğim, kimseyle konuşmayacağım” de” diyordu.
Onu kucağında bir çocukla görenler, tıpkı daha önce düşündüğü gibi önce şaşırıyor, sonra büyük bir hiddet ve kızgınlıkla bakmaya başlıyordu. Hz.Meryem susuyor, bir tek kelime konuşmuyordu. Parmağıyla oğlunu işaret ederek sorulan sorulara onun cevap vereceğini anlatmak istiyordu.
“Biz henüz yeni doğmuş bir bebekle nasıl konuşuruz? Bizimle bu şekilde alay etmen, zina etmenden daha kötü!” dediler.
Birden yine ebediyyen unutulmayacak bir olay gerçekleşti ve Hz.İsa, çevresine toplanmış olan insanlara şunları söyledi:
“Gerçek şudur ki ben Allah’ın kuluyum! O, bana kitap verdi, peygamber yaptı ve nerede bulunursam bulunayım beni mübarek kıldı. Hayatta olduğum sürece namazı ve zekatı emretti. Anneme hürmetkar davranmamı, zorba ve bedbaht bir insan olmamamı istedi. Dünyaya getirildiğim gün de, öleceğim ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün de esenlik banadır.” dedi.
Yahudiler bütün bu söylenenleri duyunca şaşırdılar. Büyük bir şok geçirerek oldukları yerde kaldılar.
Hz.Meryem bir süre oğluyla beraber rahat ve huzurlu bir hayat yaşadı. Fakat daha sonra Yahudiler’in kendilerine bir kötülük yapma ihtimalini düşünerek ve yine yüce Allah’ın emriyle yaşadığı şehri terk edip Mısır’a gitti. Orada Hz.İsa 12 yaşına gelinceye kadar kaldı.
Allah’ın büyük peygamberi henüz çocukken bile nice mucizeler gösteriyordu. Beraber oyun oynadıkları çocuklara, annelerinin kendileri için neler sakladığını haber veriyor, dediği her şey aynen çıkıyordu.
Nihayet yüce Allah, Hz.Meryem’e tekrar memleketine dönmesini emredince, Nasıra denen bir köye gelip yerleştiler. İsa aleyhisselam otuz yaşına kadar burada kaldı. Sonra kendisine vahiy gelmeye ve İncil nazil olmaya başladı. Yüce Allah ona, insanları Allah’a iman ve ibadete devam etmeye çağırmasını emretti. Hastaları, kötürümleri, anadan doğma körleri, delileri, alaca hastalığına tutulmuş olanları iyileştirmeyi birer mucize olarak ihsan etti. İsa aleyhisselam peygamberlik görevine başlayıp da bu harikaları göstermeye başlayınca insanlar akın akın ona gelmeye ve dertlerine çare bulmasını istemeye başladılar. Adı, şanı ve ünü yayıldı.
Hz.İsa’nın hastaları mucizevi bir şekilde iyileştirmesi hatta mezarında yatan, asırlarca önce ölmüş birini diriltmesi insanların bir kısmını çok şaşırtmakta, şeytan da bu şaşkınlıklarından istifade ile onları yanlış bir yola sürüklemekteydi. Nitekim bir süre sonra, zalim ve cahil İsrailoğulları ona “İsa Allah’tır, yahut Allah’ın oğludur veya Allah’tan başka bir Allah da İsa’dır” demeye başladılar.
Bir kısmı da “Biz Tevrat’a göre amel etmeye devam ederiz, İncil’in getirdiklerini kabul etmeyiz!” diyor, insanlar arasına fitne sokmaya çalışıyordu.
Hz.İsa o kadar gayret gösterdiği ve eşsiz mucizelerle geldiği halde ona da kavmi içinde tam olarak ancak on iki kişi iman etti. Kendilerine “Havariler” denilen bu on iki adamdan Yud’a Şemun isimli birisi de sonunda Hz.İsa’ya ihanet edince havarilerin sayısı on bire düştü.
Hz.İsa bir defasında kavmini başına toplayarak:
“Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrat’ı doğrulayan, benden sonra gelecek olan ve adı Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen, Allah’ın size gönderilmiş elçisiyim!” diyerek Hz.Muhammed’in ismini anmıştır.
Hz.İsa, birçok şehirleri dolaşıyor ve insanları Tevhid inancına, yani İslam’a davet ediyordu. Ne var ki Yahudiler, artık onu susturmak ve hatta öldürmek istediler. Sonunda havarilerden Yud’a Şemun denilen adam, Hz.İsa’nın saklandığı yeri haber verince oraya geldiler. Fakat yüce Allah’ın, bir anda şeklini değiştirip Hz.İsa’ya benzettiği hain Yud’a’yı İsa zannedip yakaladılar ve ağır işkenceler altında çarmıha gerdiler. Bu arada yüce Allah sevgili peygamberini henüz otuz üç yaşında iken diri olarak göğe kaldırdı. Daha sonra havarilerin gayretiyle Hz.İsa’nın mesajları yayılmış, fakat kısa bir süre sonra İncil değiştirilerek tahrif edildiğinden, din asliyetini kaybetmiştir. Annesi Meryem de oğlunun göğe kaldırılmasından sonra altı yıl kadar ömür sürmüş ve nihayet yüceler yücesi Mevlası’na kavuşmuştur.
Hristiyanlık adıyla, Hz.İsa’dan sonra icat edilen din, kendisini hiç görmeyen ve onun havarileri arasında bulunmayan, Tarsuslu bir Yahudinin icad ettiği sapkın inançlar manzumesidir. Hristiyanlığın mucidi olan bu Yahudi’nin ismi Pavlus’tur ve ne yazık ki bugün bütün Hristiyanların en aziz kişisi olarak kabul edilmektedir.
Pavlus’un iftira ve yalanlarla dolu faaliyetleri sonucu icad edilen bu dine göre, Hz.İsa haşa Allah’ın oğlu, yahut Allah’ın kendisi veya hem Allah, hem insan olan bir varlıktır. Buna “Teslis”, yani üçleme akidesi denir ki Hristiyanlık işte bu bozuk düşünce üzerine bina edilmiştir.
Pavlus’un, Hz.İsa’dan elli altmış sene sonra icad ettiği Hristiyanlığın bütün yanlışları Kur’an-ı Kerim tarafından düzeltilmiş; Hz.İsa’nın gerçek kimliği ve saygınlığı ortaya konulmuş; ona atılan iftiralar bertaraf edilerek hakikat bütün çıplaklığıyla ortaya serilmiştir. Bunlar kutsal bir metin olarak kabul edilmeyen Barnaba İncili’nde de yer almaktadır. Gerçekten Hz.İsa’nın havarilerinden biri olan ve hatta sonraki yıllarda Pavlus ile de görüşmüş bulunan Aziz Barnaba’nın İncili, Tevhid akidesine işaret etmektedir.
Barnaba İncili, Peygamber efendimizin doğumundan çok önceleri de Hristiyanlar tarafından biliniyor; fakat Pavlus’un iddialarına sarılan Hristiyan din adamları ve idareciler, onu Hak bir kitap olarak kabul etmek istemiyorlardı.