Message
Resul, 10 sahife, Ulü’l Azim
Hz.Nuh’un oğlu Sam’ın soyundan
Doğumu ve İlk Yılları; Babil’in Ur Şehri (Irak’ta Fırat ve Dicle Nehirleri arasındaki topraklarda), M.Ö.2000’li yıllar
Sonrası; Filistin Toprakları
İbrahim aleyhisselam, tarihin her döneminde Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler tarafından övülerek yüceltilen, bütün insanların kendisini sevdiği büyük peygamberlerden biridir. Tevrat ve İncil’de de ondan bahsedilmektedir.
İbrahim aleyhisselam’ın dört oğlu vardı. Bunlar İsmail, İshak, Medyen ve Medan’dı. Büyük oğlu İsmail aleyhisselam’ın neslinden Hz.Muhammed dünyaya gelmiş, küçük oğlu İshak aleyhisselam’ın soyundan Yakub, Yusuf, Musa, Harun, Davud, Süleyman ve İsa gibi pekçok peygamber çıkmıştır.
Rivayetlere göre eski Babil medeniyetinin başkenti olan Ur şehrinde dünyaya gelmiştir. Bu medeniyetin M.Ö. 2000’li yıllarda, Fırat ve Dicle Nehirleri arasında kalan Irak’ta yaşadığı tespit edilmiştir. Ur şehri Kuzey Irak bölgesinde, nüfusu 250 ile 500 bin arasında büyük bir şehirdi.
Krak Kus oğlu Kenan oğlu Nemrud’un hükümdarlık yaptığı yıllardı. Başta Nemrud olmak üzere bütün Babilliler çok tanrılı bir inanca sahiptiler. Maddeci görüşlerin hakim olduğu sistemlerinde faiz, karaborsa ve tefecilik almış yürümüş; sanayi, ticaret ve tarımın gelişmesine rağmen insanlardaki huzursuzluk had safhaya ulaşmıştı. Herkes daha çok mal sahibi olmak, para kazanmak ve lüks içinde bir hayat yaşamak arzusuyla doluydu. Bu uğurda her türlü kötülüğü ve haksızlığı yapabiliyorlar; herkes birbirini aldatmanın, birbirinden şüphelenmenin batağında çırpınıyordu. Kavgalar artmış, cinayetler çoğalmış, insanlar yarınlarından kuşku duymaya başlamıştı.
Ay, güneş ve yıldız tanrıları yanında beş binden fazla tanrıya inanan ve bunlar adına yapılmış putlara tapan Babilliler, fuhuşu da resmi hale getirmişlerdi. En büyük mabedleri olan Nannar Tapınağı, her türlü maddi zenginlikle donatılmış, görkemli bir yerdi. Kral Nemrud da Nannar Tapınağı’na bağlı ve en büyük tanrının vekili olarak kendi tahtında hüküm sürüyordu. Her türlü zenginlik, refah ve lüks “Amilu” denilen yüksek sınıfın inhisarı altındaydı. “Miskinu” denilen ikinci sınıf vatandaşlarsa ticaret, sanayi ve tarımla uğraşan insanlardan oluşuyordu. Üçüncü ve en alt sınıfta bulunanlara da “Ardu” sınıfı deniliyordu ki bunlar, en ağır işlerde çalıştırılan köleler ve esirlerdi.
Rivayetlere göre Hz.İbrahim’in babası Azer de Amilu sınıfından; Kral Nemrud’a yakın, put yapıp satan bir kimseydi.
Günlerden bir gün müneccimler Nemrud’a kötü bir haber getirdiler. Buna göre şehirde doğacak olan bir çocuk, atalarının dinini inkara kalkışıp, Nemrud’un taç ve tahtını yerle bir edecekti. Haber Nemrud’u büyük bir korkuya düşürdü. Hemen bugünlerde doğacak bütün çocukların öldürülmesi emrini verdi.
Ne kadar ilginçtir ki Nemrud’un en yakın adamlarından biri olan Azer’in karısı da hamile idi ve çocuğunun zalimce katledilmesini istemiyordu. Kocasıyla istişare edip şehrin dışında bir mağaraya çekildi ve sevgili oğlu İbrahim’i, orada, gözlerden uzak bu mağarada doğurarak cellatların elinden kurtarmış oldu.
İbrahim aleyhisselam hayatının ilk yıllarını burada geçirdi. Büyüyüp gelişmeye başladığında annesi onu şehre getirmekte bir mahzur görmedi.
Hz.İbrahim, adeta bir puthaneyi andıran evlerine geldiğinde, babasının bir takım kütükleri kesip yontarak ilahlar yapmaya çalıştığını görüp şaşırdı. Hiçbir fayda ve zarar veremeyen bu putlar nasıl oluyor da insanların tapındıkları ilahlar olarak kabul ediliyordu? “İnsan, tanrısını kendisi mi yapar?” diye düşündü. “Hayır, hayır” diye mırıldandı. “Tanrı tektir ve kendisinden başka ilah yoktur. Bütün kainatı, bütün insanları ve bütün putları O yaratmıştır!”
İbrahim aleyhisselam daha doğmadan Allah tarafından seçilmiş üstün bir insandı. Son derece zeki, güzel konuşan, ikna kabiliyeti yüksek, akıllı ve olgun bir çocuktu.
Babası onu putları satmak için pazara yolladığında, hiçbir değer vermediği bu ağaç ve taş parçalarının boyunlarına birer ip geçiriyor, onları topraklar üzerinde sürüyerek öyle götürüyordu. Bunu gören ve haber alan bazı kimseler durumu Azer’e şikayet ettiklerinde o, oğlunu ikaz etmek istedi ama, artık genç bir adam olmaya başlayan Hz.İbrahim:
“Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir faydası dokunmayan bu taş ve ağaç parçalarına ne diye ibadet ediyorsun?” diye sordu.
Aynı şekilde putlara tapan diğer insanları da uyaran Hz.İbrahim bir sonuç alamamıştı.
Bir bayram zamanı, insanlar kutlama için yaptıkları çeşit çeşit yiyecekleri putların önüne bırakmış ve toplanacakları yere gitmişlerdi. Ortalıkta kimse kalmayınca İbrahim aleyhisselam eline bir balta alıp puthaneye girdi. Orada büyük küçük ne kadar put varsa hepsini paramparça etti. Sonra da elindeki baltayı henüz kırmadığı büyük putun boynuna asıp gitti.
Kral Nemrud olanları duymuş, İbrahim’in hemen yakalanmasını, suçunu itiraf etmesi halinde de en ağır biçimde cezalandırılmasını emretmişti. Hz.İbrahim kralın huzuruna çıktığında bu işi yapanın boynunda balta asılı olan büyük put olabileceğini söyledi. Oradakiler bunun mümkün olamayacağını, putların hareket edemeyeceğini söylediklerinde Hz.İbrahim gereken mesajı vermiş oluyordu. Yine de Nemrud ve adamları Hz.İbrahim’i ateşe atarak yakmaya karar verdiler.
Nemrud’un emriyle, şehrin bir kenarında özel olarak hazırlanmış bir binaya odunlar dolduruldu. Nemrud’un adamları odun yığınlarını her taraftan tutuşturdular. Hz.İbrahim’i getirip bir mancınığa yerleştirdiler ve ateşin tam ortasına doğru fırlattılar.
Yüce Allah ateşe: “Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve selamet ol!” emrini verdi. Hz.İbrahim o korkunç alevlerin ortasına düştüğünde sadece elini kolunu bağlayan iplerin yanmış olduğunu gördü. Şimdi son derece güzel bir bahçenin ortasında, yemyeşil çimenlerin, burcu burcu kokan çiçeklerin arasındaydı.
Hz.İbrahim ateşten sağ salim çıktıktan sonra artık bu azgın kavmin içinde yaşamak istemedi. Yanına kendisine iman eden kardeşinin oğlu Lut ile, amcasının kızı Hz.Sare’yi alarak Ur kentini terketti. Kral Nemrud onları yakalamak için peşlerinden adamlar göderdiyse de buna muvaffak olamadı.
İbrahim aleyhisselam, Hz.Sare ile evlendi. Beraberce Mısır’a geldiler. Bir süre orada durduktan sonra Filistin topraklarına yerleştiler. Mısır kralı kendilerine önce kötülük yapmak istemiş, fakat daha sonra onların ne kadar yüce insanlar olduğunu anlayarak pek çok hediyeler ve Hacer isimli bir cariye vermişti.
Uzun yıllar bu küçük aile mutluluk ve huzur içinde yaşadı. Hz.İbrahim’in malı, mülkü ve zenginliği arttı. Öyle bir gün geldi ki koyunların sayısını bile bilemez oldu. Fakat o son derece cömert ve misafirperver bir insandı. Yemeklerine daima misafir çağırdığı için kendisine “Misafirler Babası” anlamına gelen “Ebu’d-Deyfan” lakabını vermişlerdi. Yanında bulunan kardeşinin oğlu Lut’un da malı ve mülkü çoğalmış ve sonra ona da peygamberlik verilerek Sodom ve Gomore halkına gönderilmişti.
Hz.İbrahim ve Sare’nin yaşları hayli ilerlemiş olmasına rağmen hiçbir çocukları olmamıştı. İkisi de üzülüyor, fakat yüce Allah’ın takdirine sabırla karşılık veriyorlardı. Sonunda bir gün Hz.Sare kocasına Hacer ile evlenmesini söyledi. Bu evliliğin sonunda Hz.İbrahim’in istediği gibi salih bir oğul dünyaya geldi. Güzel mi güzel, sevimli mi sevimli bu oğula İsmail adını koydular.
Hz.Sare önceleri normal davranıyordu ama daha sonra Hz.Hacer’i ve oğlu İsmail’i kıskanmaya başladı. Sonunda Hz.İbrahim’den onları şehirden götürmesini istedi. Bunun üzerine Hz.İbrahim yanına Hz.Hacer ve oğlu Hz.İsmail’i de alarak Filistin topraklarından daha aşağılara, Hicaz çöllerine doğru yola çıktı. Günlerce, haftalarca süren yolculuk, etrafı tepelerle çevrili derin bir vadiye indiklerinde son buldu.
İbrahim aleyhisselam onları az ilerideki bir çalılığın yanına yerleştirdi. Sonra da hemen ardına bakmadan geri döndü. Hz.Hacer donup kalmıştı. Bu ıssız, sessiz, susuz çöl ortasında tek başlarına nasıl kalacaklardı?
Hz.Hacer, Hz.İbrahim’in arkasından seslendi:
“Bizi böyle bırakıp gitmen, Allah’ın bir emri midir?”
İbrahim aleyhisselam cevap verdi:
“Evet, sizi Emr-i İlahi ile burada bırakıyorum.”
Hz.Hacer:
“Öyleyse...Yüce Allah bizi zayi etmez.”
Hz.İbrahim Kabe’nin mahalline bakarak alemlerin Rabbine halini arz etti:
“Rabbimiz! Ben zürriyetimden bir kısmını, senin muharrem beytinin yanında, ekin bitmez bir vadi içinde iskan ettim. Rabbimiz... Beytinde namaz kılmak için insanlardan bir takım kimselerin gönüllerini bunlara doğru meylettir de bu ziyaretçilerin armağanlarından zürriyetimi rızıklandır. Umulur ki bunlar, nimetine şükrederler.”
Hz.Hacer ve oğlunun bir süre sonra hurmaları ve suları tükendi. Hz.İsmail su için ağlamayı arttırınca, Hz.Hacer’in yüreği dayanamaz hale geldi. Biraz su ve belki de bir insan bulabilmek ümidiyle yavrusundan ayrıldı. İlerideki Safa Tepesi’ne çıkıp etrafa bakındı. Hacer, oradan inip elbiselerini toplayarak çevik hareketlerle vadiyi geçti ve Merve Tepesi’ne çıktı. Burada da durup, etrafa göz gezdirdi. Hacer oğlunun çığlıklarını duyar gibiydi. Heyecan ve telaş içinde Safa ve Merve Tepeleri arasında yedi kez gidip geldi. Yedinci kez Merve’ye çıktığında birden garip bir ses işitti. Oğlunu bıraktığı çalılığın yanından geliyordu ses. Bir su sesi gibiydi bu. Orada şimdiye dek benzerini görmediği bir adam vardı. İnsan suretine girmiş bir melek, meleklerin en yücesi Cebrail aleyhisselam vardı. Ve topuklarıyla vurduğu yerden Zemzem suyu kaynamaya başlamıştı.
Cebrail aleyhisselam:
“Sakın telef oluruz diye korkmayınız. Burada Beytullah vardır. O beyti bu çocukla babası inşa edecektir. Cenab-ı Hak bu çocuğun ehlini ve neslini hiçbir zaman kesmeyecektir.” deyip kayboldu.
Çöl kuşları suyun kokusunu almış süzülüyorlardı başları üzerinde. Aradan uzun bir zaman geçmeden o civarda yolculuk yapan Cürhüm Kabilesi Arapları, vadide kuşların uçtuğunu görünce şaşırdılar. Gelip, Zemzem’i ve başındaki Hz.Hacer ile Hz.İsmail’i görünce müsaade isteyip oraya yerleştiler. Gün geçtikçe sayıları çoğaldı.
Hz.İbrahim zaman zaman Mekke’ye geliyor, hanımı ve oğlunu ziyaret edip geri dönüyordu. Bir ziyareti sırasında garip ve tesirli bir rüya gördü. Rüyasında oğlu İsmail’i kurban etmesi emrediliyordu. Yüce Allah’ın bütün emirlerine kayıtsız şartsız teslim olan İbrahim aleyhisselam bu büyük ve çetin imtihandan da başarı ile çıkmak için hazırlandı. Oğlu İsmail’e durumu açıklayıp:
“Seni kurban edeceğim!” dediğinde o yumuşak huylu, asil ve inançlı oğul:
“Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın.” diye cevap verdi.
Sonunda ikisi de Allah’ın emir ve takdirine teslim oldular. İbrahim aleyhisselam oğlunu alnının üzerine yatırdı. Tam bu sırada yüce Allah’ın emir ve fermanı geldi:
“Ey İbrahim! Gerçekten sen rüyayı doğruladın. Şüphesiz ki biz ihsanda bulunanları böylece ödüllendiririz.”
Ödül, Cebrail aleyhisselam’ın kucağında getirdiği büyük bir kurbanlıktı. İsmail aleyhisselam yerine o koç kurban edilecek, apaçık imtihanı başarıyla kazanan baba ve oğul, isimleri ebediyen unutulmayacak iki peygamber olarak anılacaklardı. Allah (C.C) Hz.İbrahim’e selam ediyor, onu ödüllendirdiğini söyleyip, övüyordu. Ardından da kendisini, ikinci bir oğul olarak Hz.Sare’den doğacak İshak aleyhisselam ile müjdeleyip büyük peygamberin yüreğini sevinç ve mutlulukla doldurdu.
İbrahim aleyhisselam bir başka seferki ziyaretinde artık genç ve akıllı bir delikanlı olan oğlu İsmail aleyhisselam’a, Kabe’yi inşa etmekle görevlendirildiğini bildirip kendisine yardım etmesini istedi. İsmail aleyhisselam taş taşıyor, İbrahim aleyhisselam da binanın duvarlarını örüyordu.
Bina yükselip, İbrahim aleyhisselam taşları kaldırıp koymakta güçlük çekmeye başlayınca, Hz.İsmail büyükçe bir taş getirip babasının, üstüne çıkmasını sağladı. İskele olarak kullanılan bu taşın üzerine bir mucize olarak Hz.İbrahim’in ayak izleri çıktı ve taşa “Makam-ı İbrahim” denildi.
Nihayet Hacer-i Esved de yerine konup bina tamamlandı.
İbrahim aleyhisselam Kabe’nin inşasından ve insanları Hacca davetinden sonra tekrar Filistin’e dönmüş, bir ara diğer oğlu İshak aleyhisselam ve hanımı Sare ile Mekke’ye gelip onların da Hac yapmalarını sağlamıştır.
İbrahim aleyhisselam 175 yaşında iken, Kudüs yakınlarında vefat ederek, buradaki bir mağaraya defnedilmiştir. Şimdi Halilü’r-Rahman olarak bilinen ve kendi adına bir de cami inşa edilmiş olan bu yerde, oğullarından İshak aleyhisselam ile torunu Yakub aleyhisselam’ın da kabirleri vardır.